Rehabilitasyon Hizmetlerinde 30 Yıllık Deneyim

Category: Tedaviler

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Parkinson Rehabilitasyonu

Parkinson hastalığı, beyin hücrelerinde kayıp ile seyreden bir beyin hastalığıdır. 65 yaş ve üzerinde %1-2 sıklıkla görülen ilerleyici nörolojik bir hastalıktır. Hastaların yaklaşık %60’da dinlenme halinde ortaya çıkan el parmaklarında, el ya da kolda, bazen de ayaklarda titreme, %30 kadar hastada da hareketlerde yavaşlama ve uzuv hareketlerinde tutukluk ortaya çıkar.

Hastalık genellikle sinsi başlar ve belirtiler yıllar içinde son derece yavaş ama giderek artan bir şekilde ilerler. 1800’lü yıllarda hastalığa “titrek felç” adı da verilmiştir.

Parkinson Hastalığı Nedir? 

Parkinson hastalığında beyindeki substantia nigra da denilen, derin yerleşimli yapılarda yer alan çekirdeklerde , sinirler arası iletiyi sağlayan dopamin adı verilen kimyasalı üreten sinir hücrelerinin hasara uğrayarak yıllar içinde sayılarının giderek azalması sonucu ortaya çıkar.

Bu hücrelerde yaklaşık %80 azalma oluştuğunda hastalığın belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Görünüşte söz konusu hücrelerde hasara yol açan nedenler kesin olarak bilinmemekle birlikte, Parkinson hastalığında genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin rolü daha ön plana çıkmaktadır. 

Parkinson Hastalığının Belirtileri Nelerdir? 

Parkinson hastalarının büyük çoğunluğunda hasta ve ailesinin dikkatini çeken ilk belirti, heyecan ya da stresin tetiklediği gelip geçici olabilen, bir el parmağında veya elde ortaya çıkan dinlenme halindeyken gelen titremedir. Bazen hastanın yüzünde donuk bir ifade gelişebilir. Hastaların hemen tümünde belirtiler tek bir beden yarısında ortaya çıkar ve zamanla daha hafif olmak üzere karşı beden yarısında da kendini gösterebilir.

Parkinson, hareketlerin yavaşlaması, istirahat halinde ortaya çıkan kol ve bacaklarda titremeler, kaslarda katılık ve sertlik, duruş bozukluğu (öne eğilme) ile seyreden ilerleyici bir beyin hastalığıdır. Bu şikayetlerin yanı sıra diğer birçok sisteme ait ilave bulgularda görülebilir. Bazen de festinasyon denilen hızlı ama sonlandırılamayan formda bir yürüyüş ortaya çıkar. 

Bu belirtilerden en önemlisi hareketlerin yavaşlamasıdır. Bununla ilgili olarak hastanın yürümesi de etkilenir. Yürürken etkilenen tarafta kol daha az sallanmakta, küçük adımlarla daha yavaş yürüme görülmektedir. 

Aynı bulgular yüzde olduğunda, mimik hareketlerinin ve ifadelerin azaldığı donuk yüz görünümü ortaya çıkar. Titremeler özellikle hasta istirahat durumundayken en sık ellerde daha az oranlarda ise ayaklar, çene ve dudaklarda görülmektedir. Parkinson hastalığının çok önemli belirtisi olan titreme her hastada görülmeyebilir. 

Hastalık ilerledikçe vücut postüründe öne ve yanlara doğru eğilme ortaya çıkarabilir. Donma diye isimlendirilen harekete başlamada zorluk, unutkanlık, kabızlık, ürolojik belirtiler, uyku ve psikiyatrik bozukluklar ortaya çıkabilir. Uyku bozuklukları hastaların çoğunda görülür. 

Parkinson hastalığına benzer Parkinsonizm veya Parkinson sendromu adı verilen bir tablo vardır. Bunlar değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıktıkları için genellikle Parkinson tedavisinde kullanılan ilaçlara cevap alınamaz. 

Bunların bir kısmı Parkinson bulguları ile diğer sistem bulgularının birlikte olduğu Parkinson ve sendromları, ve ikincil (sekonder) parkinsonizm denen bir grup tablodur. Sekonder parkinsonizm; damar hastalıkları, enfeksiyonlar, tümörler, ilaçlar ve bazı toksik olaylara bağlı olabilir. Öncelikle bunların ayırıcı tanısı yapılmalı, tedavi planlanırken bu durumlar da göz önünde bulundurulmalıdır. 

Parkinson Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?

Hastalığın ilerleyişini tamamen durduracak tedavi yöntemi yoktur. Parkinson hastalığında öncelikli tedavi yöntemi, ilaçlarla yapılan tedavidir. İlaç ömür boyu kullanılmalıdır. Hastalığın ileri evrelerinde cerrahi ve infüzyon tedavileri ihtiyaca göre uygulanabilmektedir.

Parkinson hastalarında rehabilitasyon çok önemlidir. Bu hastalarda fiziksel egzersiz alışkanlığının kazandırılmasına dikkat edilmeli,hastalarda dik duruşu sağlayacak egzersizlere önem verilmelidir. Rehabilitasyonda diğer bir amaç ise kas iskelet ve kalp akciğer sistemlerine ait gelişebilecek komplikasyonların önlenmesine yönelik olmalıdır. Hastalarda özellikle postural duruş düşmeyi önleyeceğinden, dönerken geniş bir açıklıkla dönme öğretilmelidir. 

Parkinson hastalığının özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre uygun bir rehabilitasyon programı hazırlanmalıdır. Bunlar arasında 

  • Gevşeme egzersizleri, 
  • Eklem hareket açıklığı egzersizleri ,
  • Aerobik egzersizler,
  • Solunum egzersizleri,
  • Güçlendirme egzersizleri, 
  • Denge ve koordinasyon egzersizleri ,
  • İş ve uğraş terapisi ,
  • Dans uygulamaları, 
  • Yürüme egzersizleri,
  • Engel aşma egzersizleri,
  • Yerinde dönme egzersizleri,
  • Dik duruş egzersizleri yaptırılmalıdır.

Gevşeme egzersizleri ile sertliklerde azalma sağlandıktan sonra , rehabilitasyon programında daha iyi ilerlemeler kaydedilecektir.

Bu hastalarda fizik aktivitedeki azalmanın önüne geçmek için fiziksel egzersizlerini yapma alışkanlığının kazandırılmasına özen gösterilmelidir. Hastalarda dik duruşu sağlayacak egzersizlere önem verilmelidir.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Geriatrik Rehabilitasyon (Yaşlılarda Rehabilitasyon)

Geriatrik rehabilitasyon nedir?

Kaçınılmaz olarak yaşlanma ile birlikte vücudumuzda bazı fizyolojik değişiklikler meydana gelmektedir. Bu değişikliklerin üzerine fazladan bir rahatsızlığın ilave olması, yaşlıları diğer yaş gruplarına nazaran daha fazla kırılgan yapmaktadır. Tüm bunlar yaşlı bireyin yaşam kalitesinin bozmakta,  genel sağlık giderlerinin de ciddi miktarlarda artmasına neden olmaktadır.

Toplumun bir üyesi olan yaşlı bireyin yaşam kalitesinin korunarak, aktif bir yaşam sürmesinin sağlanması, sağlık çalışanlarının olduğu kadar, başta aile olmak üzere tüm toplumun ortak sorumluluklarından birisidir. Geriatrik rehabilitasyon yaşlılarda fiziksel yetersizlik, hastalık ve sakatlık gibi durumlarda, yaşlı kişinin işlevsel durumunu en üst düzeye çıkarmak için yapılan tüm çabaları içeren bir kavramdır. Bu amaçla gerek fizyolojik gerekse hastalık sonucu meydana gelen işlevsel kötüleşmenin önlenmesi ya da en aza indirilmesi amacıyla sunulan hizmetlerin tamamı, yaşlılarda rehabilitasyon kavramı çatısı altında incelenir.

Geriatrik rehabilitasyon neden gereklidir?

Her insan bozulan yaşam kalitesinin tekrar arzulanan seviyeye çıkmasını ister. Temel hedef, yaşlanan insanın yaşam kalitesini en etkin ve ekonomik şekilde yükseltmektir. Bu hedefe ulaşmak için geriatrik rehabilitasyon bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygulanacak bazı ucuz, basit yöntem ve tedaviler ile hem hastanın yaşam kalitesi yükseltilecek hem de toplumsal ekonomik yükte azalmalar gerçekleşecektir.

Geriatrik rehabilitasyon nasıl uygulanır?

Geriatrik rehabilitasyonda unutulmaması gereken ilke, her hastanın kendine özel ihtiyaçlarının olduğudur. Bu nedenle rehabilitasyon programının da kişiye özel olması, başarı şansını daha da arttıracaktır. 

Her şeyden önce hastanın fonksiyonel değerlendirilmesi yapılmalı ve işlevsel düzeyi belirlenmelidir. Ardından kişinin bilişsel, kültürel, sosyal, ailevi, ekonomik ve fizyolojik durumları göz önüne alınarak eldeki mevcut olanaklar dahilinde, ulaşılması arzu edilen hedefler belirlenmelidir. Planlanan hedefler ve rehabilitasyon süreci hasta yakınları ile paylaşılmalı yanlış beklentiler içine girilmemelidir.

Geriatrik rehabilitasyona ne zaman başlanmalıdır?

Nerede, ne süreyle, ne zaman gibi soruların kesin bir cevabı tam olarak bulunmamakla birlikte, gelişmiş ülkelerde yıllardır araştırmalar sürmektedir. Rehabilitasyon programları denenerek en iyisine ulaşılmaya çalışılsa da,  günümüzde rehabilitasyon metod ve hedeflerinin seçimi için hala en önemli kriterlerin başında hekimlerin uygulama pratikleri ve tecrübeleri gelmektedir.

Doğru hasta seçimi , kaynakların verimli kullanılması ve daha fazla sayıda hastanın verilen hizmetlerden faydalanması amaçlanmalıdır. Belirli standartlar oluşturulmalı,bunun için de iyi bir geriatrik değerlendirme yapılmalıdır. Bu değerlendirmelerde fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları merkezde yer almalıdır. Genel ilkeler olarak; 

  • Rehabilitasyon programına erken başlanılmalı,
  • Multidisipliner olunmalı, yani çeşitli branş profesyonelleri ortaklaşa çalışmalı, 
  • Rehabilitasyon programının hızı yavaş tempoda başlamalı, basit olmalı,
  • Hastanın rehabilitasyon programına aktif katılımı sağlanmaya çalışılmalı,
  • Yardıma ve güvene dayalı hasta – ekip ilişkisi olmalı,
  • Hastada mümkün olan en fazla mental ve fiziksel devamlılık hedeflenmelidir.

Geriatrik rehabilitasyon nerede uygulanmalıdır?

Başlıca hastaneler, rehabilitasyon merkezleri, özelleşmiş bakım evleri, huzur evleri, klinikler ve ev ortamında uygulanabilir. 

  • Hastaneler; genellikle hastaların tanısal testlerinin ve değerlendirilmelerinin yapıldığı, bunun yanı sıra kısa süreli tedavileri de içeren, taburculuk sonrası hastanın gelecek planlamasının yapıldığı ana karargahtır. Burada  daha sonrası için hastanın hangi ortamlarda rehabilitasyon ihtiyaçlarının karşılanabileceği kararlaştırılır.
  • Rehabilitasyon merkezleri; genellikle tüm sağlık çalışanlarını barındıran, hasta için özelleşmiş rehabilitasyon programlarının uygulanıldığı yerlerdir. Çoğunlukla diğer birimlerden daha yoğun rehabilitasyon hizmeti verirler.
  • Özelleşmiş bakım evleri; özel bakıma ihtiyaç duyan yaşlıların bakım ve korunmalarını sağlayan yatılı kurumlardır. Çok farklı özellikler içerebilirler.
  • Huzurevleri; daha çok yaşlılara huzurlu bir ortam yaratarak korumak, bakmak, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hizmet veren yerlerdir. Yarı veya tam zamanlı olabilir.
  • Hastane poliklinik hizmetleri; Rommer Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Tıp Merkezi gibi ayaktan tedavi edilen rehabilitasyon merkezleridir. Hastanın her türlü rehabilitasyon ve egzersiz programları planlanır ve gerçekleştirilir. Hasta açısından oldukça konforlu bir ortamdır. 
  • Evde uygulanan rehabilitasyon; daha çok terapist , hemşire gibi yardımcı sağlık personelinin eşlik ettiği bazı programları içerir. 

Geriatrik rehabilitasyonda neler yapılmalıdır?

Yaşlılarda uygulanan fiziksel aktivitelerde fonksiyonel kapasiteyi artırmak ana hedef olmalıdır. Bu kapasitenin artması  ise yaşam kalitesini yükseltecektir. Egzersizlerdeki  amacımız  bütün kas gruplarının aktiviteye dahil edilmesi, kısa egzersiz sürelerini izleyen uygun istirahat dönemlerinin olması ve çok tekrar içeren basit egzersizler şeklinde olmasıdır. Yaşlılarda uygulanan egzersizin amaçları;

  • Yaşlı bireyi diğer insanlarla bütünleştirmek, sosyalleştirmek için ortam oluşturmak,
  • Yaşlının kondisyonunu geliştirip, fiziksel kapasitesini artırmak,
  • Günlük aktivitelerini uygulayabilmek için gerekli olan kas kuvvetini sağlamak,
  • Yaşlılarda dengenin sağlanarak, düşmelerin önüne geçmek şeklinde sıralanabilir.

Yaşlılarda yapılan egzersizlerin faydaları oldukça çarpıcı şekilde olumlu olmaktadır. 

  • Ani tepki verme süresi kısalmakta,
  • Kemik kitlesinin ağırlaşması sağlanarak, osteoporoz gelişimi azalmakta, 
  • Denge ve postürün düzelmesi sağlanmakta,
  • Kas kütlesinin gelişmesi ile birlikte, kırık oluşma riskini azaltmakta,
  • Eklem flexibilitesini  (esnekliğini) , kas gücünü ve kas direncini artırmakta,
  • Obezite, diyabet, hipertansiyon ve hiperlipidemi gibi hastalıklar üzerinde olumlu etkileri bulunmaktadır. 

Yaşlılarda gerçekleştirilen rehabilitasyon uygulamaları gerçekçi olmalı, planlı bir şekilde tekrarlanmalı ve gerektiğinde değiştirilmelidir. Mevcut işlevler korunarak, ömrün kalan kısmında yaşam kalitesi artırılarak kişinin bağımsız ve sosyal olmasına yardım edilmelidir. Rehabilitasyon programı kişinin iyileşme sürecini pozitif etkileyecek şekilde her yaşlıya özel olmalıdır. 

Geriatrik rehabilitasyonda gelecek ve beklentiler

Farklı grupları bir arada bulunduran geriatrik rehabilitasyon ekibinde,  genellikle çoğu kez fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı liderliğinde olmak üzere hekim/ hekimler, fizyoterapist, ergoterapist, konuşma terapisti, psikolog, hemşire, beslenme uzmanı, ortez-protez uzmanı gibi dalında uzmanlaşmış kişiler bulunur. 

Geriatrik rehabilitasyon sürecinde koruyucu hekimlik her zaman ön planda olmalıdır. Yaşlının ihtiyaçları henüz muhtaç ve hasta konumuna gelmeden belirlenmeli ve gereken tedbirler alınmalıdır. Sorumluluk sadece sağlık personeline bırakılmamalı,  hastalık- düşkünlük oluşmadan önce bu görev aile bireylerinde olmalıdır. 

Aile üyeleri ekibin tabii üyesidir. Bu nedenle aile bireyleri bilgilendirilmeli ve sorumluluk alma yönünde teşvik edilmelidir. Aile bireyleri üzerine fiziksel, ruhsal aşırı yük verilmesinden kaçınılmalı, kendilerine empati gösterilmeli, aile üyelerinde gelişebilecek depresyon vb. gibi psişik problemlere karşı uyanık olunmalıdır. 

Önlemlerin yetersiz kalması ve / veya geriatrik tabloya ilave bir hastalığın eklenmesi durumunda profesyonel sağlık çalışanlarının devreye girmesi önem kazanacaktır.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Yaşlılarda Kas Erimesi (Sarkopeni)

Yaşlılarda kas erimesi nedir? 

Tıp dilinde sarkopeni olarak adlandırılan yaşlılarda kas erimesi, ilerleyen yaşa bağlı olarak kas kütlesi ve fonksiyonlarında meydana gelen istem dışı kayıptır.

Yaşın ilerlemesiyle birlikte vücut fonksiyonlarında değişik derecelerde kayıplar meydana gelmektedir. Yaşlılarda kas erimesi, bu doğal süreçlerin en önemlilerindendir. 

Kaliteli yaşamın unsurlardan birisi de bağımsız, başkalarına muhtaç olmadan yaşamaktır. Kas erimesine bağlı olarak oturup kalkma, yürüme, bir şey taşıma veya kaldırma gibi rutin günlük aktivitelerin bazılarının yapılmasında zorluklar gözlemlenebilir. Denge kaybı ve düşme sonucu oluşan kemik kırıkları, kişileri yatağa bağlamakta ve kas erimesinin daha da ilerlemesine neden olmaktadır. 

Yaşlılarda kas erimesi neden olur? 

Genelde 65 yaş üstü hastalığı olarak bilinen sarkopeni, yaşamamız gereken normal bir süreçtir. Ergen bir kişinin total vücut ağırlığının yaklaşık üçte birini çizgili kaslar oluşturur. Otuzlu yaşlardan sonra yıllık yaklaşık %1 civarında kas dokusu kaybı yaşanır. Yetmişli yaşlara gelindiğinde ise kas dokusu ve kütlesinin yaklaşık yarısı kaybedilmiş olur. Yaşlanmanın devamı ile birlikte bu kayıplar daha da artarak devam eder ve sarkopeni iyice hızlanır. Yaşlılarda kas erimesinin en sık nedenleri;

  • Yaşlılık; 65 yaşından itibaren başlayan ve 80 yaşından sonra iyice hızlanan bir seyir izler, 
  • Beslenme; yaşlanma ile birlikte ağızda alınan tadın azalması, bozulması veya yetersiz beslenme sonucu protein alımında azalma,
  • Fiziksel aktivitede azalma ve hareketsiz bir yaşam,
  • Testosteron ve büyüme hormonu gibi, kas dokusunda protein yapımı arttıran hormonların salgılanmasında yaşla birlikte meydana gelen azalmalar,
  • Yaşlanma sonucu meydana gelen ateroskleroz ( damar kireçlenmesi) nedeniyle, kas dokusunda perfüzyonun ( kan akışının) bozulması, 
  • Kas hücrelerinin sinirsel uyarılmalarında, yaşa bağlı meydana gelen yetersizlik.

Yaşlılarda kas erimesi neden önemlidir? 

Fiziksel olarak bağımsız bir hayat sürdürebilmek için sağlıklı bir kas dokusu ve kas fonksiyonlarına sahip olabilmemiz gerekir. Yaşlılarda kas erimesi çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden olarak fiziksel yetersizlik, düşük yaşam kalitesi, travma ve ölüm gibi istenmeyen sonuçlarla bitebilir. 

Sarkopeni erkeklerde daha sık görülür. Yaşlılarda engellilik ve hastaneye yatış oranlarını artıran en önemli nedenlerin başında gelmektedir. 65-70 yaş sonralarında görülen denge bozukluklarının ve buna bağlı düşmelerin en başında gelen yaşlılarda kas erimesinin travmatik kemik kırıkları, beyin travması ve kanamaları gibi ciddi sonuçları da olabilmektedir.

Bu kişilerin yatağa bağlanmaları, başka hastalıklara da davetiye çıkarmakta, bu durum da yüksek sağlık maliyetlerine neden olmaktadır. Yaşam sürelerindeki artış da göz önüne alındığında, bu durumun önümüzdeki yıllarda ciddi sosyal güvenlik açıklarına neden olabileceği düşünülmektedir.

Tüm bunlar bir yana, kişinin fiziksel olarak kendini yetersiz hissetmesi, halsizlik, kuvvetsizlik ve günlük aktiviteleri yapmada zorluklar yaşaması, hayatını zorlaştıran sorunların başında gelir. Bunun sonucu olarak da birey yaşamın içinden yavaş yavaş çekilerek, başkalarına bağımlı olacak hale doğru yol almaya başlar. 85 yaş üzerinde bu bağımlılık oranları neredeyse yarı yarıya ulaşır.

Kişinin, kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan (muhtaç olmadan) günlük işlerini yapabilmesi, çok önemli bir ayrıcalıktır.

Yaşlılarda kas erimesi belirtileri nelerdir? 

Yaşlılarda kas erimesi ilerleyen bir süreçtir ve genellikle ağrı yapmaz. Presarkopeni denilen ilk evrede, fiziksel performans henüz etkilenmemiş, ancak kas kütlesi azalmıştır. Sarkopeni evresinde, kas kütlesindeki azalma ile birlikte kas gücü ve performansında da azalma meydana gelir. Ağır sarkopenide ise, üç önemli kriter olan kas kütlesi, kas gücü ve fiziksel performansta azalma vardır. En sık olarak da; 

  • Kaslarda zayıflık ve güçsüzlük,
  • Merdiven çıkarken zorlanma,
  • Denge bozuklukları, düşme, 
  • Günlük fiziksel aktiviteleri gerçekleştirmede zorlanma,
  • Kas kütlesinde azalma, 
  • Oturur pozisyondan, kalkıp, yürüyüşe geçmekte zorluk gibi belirtiler gözlenebilir.

Yaşlılarda kas erimesi nasıl teşhis edilir?

Belirtilerin çoğu, yaşlılığa bağlanarak önemsiz olarak değerlendirebilir. Ancak tablo ilerlediğinde çabuk yorulma, halsizlik, kalça ve bacaklarda incelme gibi değişiklikler kolayca fark edilir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanına başvurmak, teşhise ulaşmanın ilk adımı olacaktır. Uzman hekim tarafından alınan iyi bir hikaye, yapılan ayrıntılı fizik muayene ve bazı yardımcı testlerle rahatlıkla teşhis konacaktır. Sarkopeni testi ve sarkopeni ölçümleri yapılarak olayın derecesi saptanabilir.

Yaşlılarda kas erimesi teşhisini koyabilmek için, mutlak suretle bireylerde kas kütlesi, kas kuvveti ve fiziksel performans açısından gerekli analizleri yapılmalıdır. 

  • Kas kuvvetini (gücünü) anlamak için el sıkma testi gibi, benzer bazı testler uygulanmaktadır.
  • Kas kütlesi için BT, MR, DEXA gibi görüntüleme teknikleri ve biyoimpedans analiz ile (BIA) ölçümler yapılmalıdır. 
  • Fiziksel performans değerlendirilmesinde, kısa fiziksel performans bataryası gibi (güç, denge ve dayanıklılığı ölçer) testler uygulanır. 

Yaşlılarda görülen kas erimesi tedavi edilebilir mi? 

Yaşlılarda kas erimesini önlemeye yönelik, şu ana kadar onaylanmış herhangi bir ilaç yoktur. Günümüzde büyüme hormonu, testosteron gibi hormonal tedaviler, ürokortin gibi hipofiz bezinden ACTH salgılatan birtakım ilaçlar denense de, yan etkilerinin fazla olması nedeniyle önerilmemektedir. 

Burada, birtakım koruyucu önlemler ön plana çıkmaktadır. Henüz bir hastalık durumu oluşmadan (kırık vb.), alınacak bazı Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon yönlemleri ile, kişi henüz başkasına bağımlı hale gelmeden, yaşamını idame ettirmesi sağlanır. 

Yaşlılarda görülen kas erimesini önlemek için neler yapabiliriz? 

Koruyucu olarak yapılabilecek en akılcı önlemler, rehabilitasyon ve egzersiz ağırlıklı olanlarıdır. Bu yöntemlerin uygulanmasıyla hem fiziksel kapasite arttırılır, hem de kas erimesinin önüne geçilebilir. 

  • Yapılacak direnç (dayanıklılık) egzersizleri ve eğitimi ile yaşlılarda kas erimesi önlenebilir, azaltılabilir. 
  • Haftada en az iki kez olmak kaydıyla, kas güçlendirici (aerobik), (bacak, bel, göğüs, omuz, karın ve sırt dahil tüm kas gruplarına) egzersizler yaptırılmalıdır. Uygulanacak olan aerobik egzersizler, kas erimesinin yavaşlatılması ve engellenmesinde çok önemli bir yer tutacaktır. 
  • Tüm bu egzersizlere ilave olarak, diyetisyen eşliğinde yaşlılarda kas erimesini engelleyen besinler verilerek, kas kütlesini arttırmaya yönelik tedbirler uygulanmalıdır. 
  • Bunlar içinde, yüksek kaliteli protein diyeti, başta D vitamini olmak üzere bazı vitamin takviyeleri sıralanabilir. Egzersiz ve beslenme kas proteinlerinin sentezini uyarır.

Yapılan çalışmalarda, uygulanan egzersiz yöntemlerine bağlı olarak kaslarda %20-30 civarında güçlenme ve dayanıklılıkta artış saptanmıştır.

 Merkezimizde Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanları denetiminde ve profesyonel fizyoterapistlerin eşliğinde uygulanacak egzersizler ile yaşlılarda kas erimesi yavaşlatılarak durdurulabilmektedir.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Yüz Felci ve Tedavisi

Yüzümüzdeki mimik kaslarının hareket etmesini sağlayan fasial sinir, beyin sapından çıktıktan sonra temporal (kulak) kemiğinin içerisinde seyreder ve kulağın arkasındaki ufak bir delikten çıkarak yüzün sağına ve soluna gidecek şekilde yüzümüze dağılır. Alın, kaş, göz kapağı, burun ve dudak hareketlerini sağlayan fasial sinirin tükürük bezi, gözyaşı bezi ve dilin ön bölümüne giden dalları da mevcuttur. 

Fasial sinirin yüze ulaşan dalları gülmemize, ağlamamıza, gülümsememize veya kaşlarımızı çatmamıza imkan sağlayarak, adeta yüz ifade siniri olarak görev görür. Bu sinir veya dallarında meydana gelebilecek herhangi bir lezyon, yüz kaslarında güçsüzlük oluşturarak değişik derecelerde yüz felcine neden olacaktır.

Yüz Felci (Fasial Paralizi) Nedir? 

Yüz felci genellikle tek taraflı olarak görülen, yüzün hareket ve his duyusunu kontrol eden fasial sinirin, herhangi bir nedenden dolayı fonksiyonunu yitirmesi sonucu gelişen klinik tablodur. Fasial paralizi de denilen yüz felci, merkezi veya periferik (çevresel) olmak üzere iki farklı şekilde karşımıza çıkabilir. Merkezi fasial paralizide, yüz kaslarına giden sinir hücrelerinin beyin kısmında hasar söz konusu iken, periferik yüz felcinde yüzdeki kasların ana sinirinde hasar mevcuttur. 

Yüz Felci Neden Olur? 

Yüz felci kafa travması, beyin damarlarında tıkanıklık gibi merkezi sinir sistemi kökenli bir nedenden kaynaklanabileceği gibi, baş boyun tümörlerinde olduğu gibi yüz sinirinde meydana gelebilecek zedelenmeler sonucunda periferik olarak da oluşabilir. En sık görülen yüz felci nedenleri; 

  • Bell paralizisi; yüz felcinin en sık görülen ve nedeni bilinmeyen formudur. Ani gelişir ve yüzün tek tarafındaki kasları etkiler. Herhangi bir nedeni bulunamaz. 
  • İnme, yüz felcinin diğer ciddi bir nedenidir. Merkezi sinir sistemi kaynaklıdır ve yüz sinirinde doğrudan bir hasar saptanamaz. 

Bunlar dışında 

  • Beyin hasarı, beyin kanamaları ve beyin tümörleri gibi merkezi sinir sistemine bağlı nedenler, 
  • Beyin ve omuriliği etkileyen MS (Multipl skleroz), guilain barre sendromu gibi rahatsızlıklar sonrası, 
  • Doğum travmalarına bağlı konjental paraliziler, 
  • Orta kulak enfeksiyonları, kulak kemiği kırıkları, 
  • Yüze alınan kesici ve künt darbeler gibi, pek çok nedenle oluşabilmektedir. 

Yüz Felcinin Belirtileri Nelerdir? 

Yüz felcinin çok farklı belirtileri vardır. Etkilenen tarafta ağız, göz ve alın hareketlerinde kontrol kaybı ortaya çıkar. Bununla birlikte azalmış gözyaşı, yüz kaslarında seyirme, dilde farklı bir tat duygusu, konuşma bozukluğu, aşırı salya ve gözyaşı üretimi gibi farklı şikayetler de oluşabilir. 

Yüz Felcinde Teşhis Nasıl Konur? 

Hekimin yapacağı muayene ve hastanın klinik bulguları genellikle tanı koydurucudur. Bundan sonra nedene yönelik bir takım araştırmalar yapılmalıdır. İşitme testi, denge testi, gözyaşı testi, radyolojik görüntüleme yöntemleri (BT, MR gibi) ve EMG ayırıcı tanı için uygulanmalıdır. 

Yüz Felcinde Tedavi Nasıl Olmalıdır? 

Bell paralizisinde kortikosteroid grubu ilaçların tedaviye olumlu katkıları olmaktadır. Kuru göz sebebiyle oluşabilecek kornea hasarı, mutlaka kapatma veya suni gözyaşı tedavisiyle önlenmelidir. Bunların dışında genel tedavi prensipleri uygulanmalıdır.

Kalıcı yüz felci olan hastalarda mutlak suretle fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulaması gerekmektedir. Bu hastalarda tedavi sürecini hızlandırmak amacıyla, yüz kasları egzersizleriyle birlikte masaj önerilmektedir. Hastalarda uygulanacak olan fizik tedavi ve rehabilitasyonun, hastalığın iyileşme sürecine olan katkısı oldukça pozitif bulunmaktadır.

Rommer’de yüz felci rehabilitasyonu konusunda özel eğitim alarak uzmanlaşmış deneyimli personelimiz bulunmaktadır. 

Termal tedavi; (sıcak su torbası, enfraruj) yüzeyel sıcak uygulaması bölgesel kan akımını arttırarak etkili olabilmektedir. 

  • Günde 3-5 kez ayna karşısında yüz egzersizleri yapılmalı, ayrıca masaj uygulanmalıdır,
  • EMG, biofeedback, elektrik stimülasyonu, elektroterapi uygulanabilir,
  • Cerrahi tedavi yöntemleri nedene göre tercih edilebilir. 

Yüz felci hastalarında genellikle tedavi olmadan, %80 gibi yüksek oranlarda kendiliğinden (2-3 hafta içinde) iyileşme olmaktadır. %10 hastada ise kalıcı yüz felci meydana gelmektedir.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Düşük Ayak Sendromu ve Tedavisi

Ayak bileğine dorsofleksion hareketini (ayak bileğinin yukarı kaldırılması) yaptıran kası uyaran sinir, peroneal sinirdir. Bu sinirde veya bu sinirin uyardığı kaslarda meydana gelebilecek herhangi bir hasar, bu kasların fonksiyon yapamamasına neden olacaktır. Bunun sonucu olarak da ayak, bilekten yukarıya doğru hareket ettirilemeyecek ve bir nevi kısmi felç meydana gelecektir. 

Düşük Ayak Nedir? 

Düşük ayak sendromu, kas veya sinir hasarına bağlı olarak ayakta dorsofleksion (ayağı yukarı kaldırma) ve eversion (dışa doğru oynatma) yetisinin kaybı ile sonuçlanan bir tablodur. Düşük ayağı olan kişi, yürürken ayağını kaldıramadığı için ayağını yerde sürümek zorunda kalır. Buna stepaj yürüyüşü denir. 

Düşük Ayak Nedenleri Nelerdir? 

Düşük ayak sendromu, peroneal sinirin uyarı verdiği kasların, fonksiyon görememesi sonucu gelişen bir tablodur. Sinir veya kas kökenli bir nedenden dolayı olabilir. Dolayısıyla düşük ayağa santral sinir sistemi ve spinal kord kökenli nedenler, peroneal sinirin direk hasarı veya kas iskelet sistemi bozuklukları sonucunda meydana gelebilen bozukluklar neden olabilir.

Merkezi sinir sistemi (beyin ve spinal kord hasarı), daha üst seviyelerde meydana gelebilen bazı patolojilerin peroneal sinire yansımasıyla meydana gelen olayları kapsar. MS (Multipl Skleroz), SP (Serebral Palsi) ve inme gibi hastalık gruplarında daha sık izlenir. Yine genetik bir hastalık olan ve ilerleyici kas ve sinir hasarına neden olan Charcot Marie Tooth hastalığında da düşük ayak sık görülür. 

Merkezi sinir sisteminden sonra en sık görülen düşük ayak nedeni, lomber disk hernisi de denilen bel fıtığıdır. Özellikle L4 – L5 (4’üncü ve 5’inci bel omurları)  arasında oluşan fıtıklaşmalarda siyatik sinir etkilenecektir. Bu durumda direkt peroneal sinir de etkilenmiş olacaktır. Çünkü siyatik sinir, peroneal sinir dalını hemen diz ekleminin arka kısmında verir. Bunun sonucu olarak da tedavi edilmeyen bel fıtığı hastalarında düşük ayak görülebilir. 

Düşük ayağın ani ağrı ile birlikte olması halk dilinde ‘’patlamış fıtık’’ olarak adlandırılan bir hadisedir. Tabloya idrar kaçırma, bacaklarda hissedilir güçsüzlük de eşlik ederse hemen akla kauda ekina sendromu gelmelidir. Bu sendromun en önemli özelliği ilk 24 – 48 saat içinde yapılan cerrahi müdahaleler sonucunda tamamen iyileşebilmesidir. 

  • Peroneal sinirin direk hasarı; genellikle dizin hemen altında bulunan fibula kemiğinin baş kısmı veya gövdesinde meydana gelen kırıkların, peroneal sinire bası yapması sonucu ortaya çıkar. Önemli düşük ayak nedenlerindendir. Yine diz eklemine alınan darbeler,  travmalar, kesiler ile sinir hasarının oluşması sonucunda da düşük ayak gelişebilir. 
  • Kas ve iskelet sistemi hastalıklarından musküler distrofiler, ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) gibi uzun süreli ve yavaş ilerleyen, sinirlerde demiyelizasyon ve kaslarda ilerleyici zayıflık ile seyreden hastalıklarda da düşük ayak görülebilir. 

Bunların dışında metabolik bir hastalık olan diyabetes mellitusta da periferik sinirlerde meydana gelen sinir hasarına bağlı olarak ağrısız düşük ayak gelişebilir. Dikkatli ve uyanık olunmalıdır. Yine sessiz beyin veya omurilik tümörlerinde de ağrısız düşük ayak gelişebilmektedir.

Pratik yaşamda gözlenen en önemli düşük ayak nedenlerinden birisi de siyatik sinirinin kalça ve uyluk bölgesinde olan yaralanmalarıdır. Özellikle kalçaya yapılan enjeksiyon hataları( siyatik sinirin izlediği yoldaki anatomik varyasyonlar nedeni ile de olabilir), kalçaya alınan künt ve kesici travmalar, nedenler arasında sayılabilir. 

Düşük Ayak Nasıl Teşhis Edilir? 

Hastalar her iki topuğunu da kullanarak yürüyemez. Düşük ayak gelişen bölgedeki ayak, yürümeye tam eşlik edemez. Hastalardan iyi bir hikaye alınmalı, ayrıntılı nörolojik muayene yapılmalıdır. Tanı konduktan sonra ise nedenlerine yönelik ayrıntılı testler uygulanmalıdır. 

Kırık şüphesi için düz filmler alınmalı, bel fıtığı, omurilik ve beyin odaklı düşünülen hastalıklarda ise MR, tomografi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılmalıdır. Kas iskelet sisteminden şüphelenildiğinde ise EMG (elektromiyelografi) gibi farklı tanı yöntemleri kullanılarak ayırıcı tanıya gidilmelidir. 

Diyabet gibi periferik sinir hasarına neden olabilecek hastalıklar ve vitamin eksikliği gibi durumlar için ise ayrıntılı kan ve idrar testleri istenmelidir. 

Düşük Ayağın Hastalık Dışındaki Nedenleri Nelerdir?  

Peroneal sinir, dizin hemen arka ve dış yan kısmında bulunur. Cilde yaklaşık 3-4 cm kadar yakın bir mesafede seyrederek aşağıya doğru ilerler. Oldukça yüzeyel seyretmesi nedeniyle dış etkenlerden de çok çabuk etkilenebilir. 

  • Uzun süre bacak bacak üstüne atılması. 
  • Uzun süre çömelmeyi gerektiren faaliyetlerde bulunulması; tarlada çalışmak / mahsül toplamak, yerde karo döşeme gibi mesleklerle uğraşmak, yer sofrasında yemek yemek,vb. gibi faaliyetler. 
  • Alçı ve bandaj; özellikle kemik kırıkları ve tendon hasarlarında uygulanan yöntemlerden birisi olan bandaj ve alçı uygulaması peroneal siniri sıkıştırarak düşük ayağa neden olabilir.

Düşük Ayak Nasıl Tedavi Edilebilir?  

Tedavi nedene göre planlanmalıdır. Özellikle bel fıtığı ve kauda ekina sendromuna bağlı olarak ani gelişen düşük ayak olgularında ilk 24 – 48 saat kritik önemdedir. Özellikle şiddetli ağrıya ani idrar kaçırma ve ayakta kuvvet kaybı da eşlik ederse ilk olarak bu sendrom akla gelmeli ve acil cerrahi konsültasyon istenmelidir. 

Yavaş gelişen düşük ayak sendromunda ise olay artık  genellikle  irreversibl duruma gelmiştir. Zamanında nedene yönelik uygun tedavi yapılmadığı durumlarda, olay bu aşamalara kadar gelebilmektedir.

Hastalarda uygulanacak tedavi yöntemleri;

  • Atel ve splintler olayı geri döndüremese de, ayak bileğini normal pozisyonda tutarak yürümeyi kolaylaştığı için sık tercih edilmektedir. En önemlisi diğer eklemlerde sekonder olarak gelişebilecek hasarları önlemesidir. Atel tedavisinde en sık AFO (Ankle Foot Orthosis) denen ayak / ayak bileği ortezi kullanılır. AFO genellikle poliüretan veya yüksek yoğunluklu karbon fiberden yapılmaktadır. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte ortez cihazlarında da güncellemeler olmaktadır. 
  • Fiziksel terapi; ayağa dorsifleksion yaptıran kaslara uygulanacak fiziksel terapi egzersizleri ile çalışmayan kaslar kuvvetlendirilir. 
  • Sinir terapisi; fonksiyonel elektrik stimülasyonu uygulaması ile peroneal sinirin geçtiği hat boyunca sürekli elektriksel uyarı uygulanır. Tedavide yaygın kullanılan ve fayda sağlanan yöntemlerden biridir. 
  • Cerrahi tedavi.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Sırt Ağrıları ve Tedavisi

Sırt Ağrısı Nedir? 

Sırt bölgesi, baş bölgesi altından başlayıp bele kadar uzanan ve omurganın iki yanında bulunan alanı kapsamaktadır. Bu bölgede derin ve yüzeyel kas grupları bulunmaktadır. Bu bölgedeki kaslarda meydana gelebilecek spazm, aşırı zorlanma ve inflamasyon,  sırt ağrılarının en sık nedenlerini oluşturmaktadır. Sırt ağrıları sıkılıkla kas incinmesi gibi mekanik nedenlerden dolayı  ortaya çıksa da kamburluk, sırt omurga fıtığı,kireçlenme(artroz),ankilozan spondilit,mikrobik omurga hastalıklarına (tüberküloz,bruselloz  gibi) bağlı olarak da oluşabilir.Ayrıca kalp,akciğer,safra kesesi, pankreas,mide ve oniki parmak barsağı  ülserleri gibi organ ağrıları da yansıma yoluyla sırt ağrılarına neden olabilirler.

Sırt Ağrısının Nedenleri Nelerdir? 

Özellikle masa başı çalışanlarda daha sık görülen sırt ağrısı, genellikle kötü duruş sonucu oluşmaktadır. Bunun dışında birçok duruş bozukluğunda da sırt ağrıları meydana gelebilir. 

  • Kamburluk, yanlış oturma,uzun süreli yürüme, 
  • Rahatsız bir zeminde uyumak,
  • Uzun süre eğilmek veya ayakta durmak, 
  • Aşırı gerilim ve korku gibi pisişik nedenler,
  • Skolyoz vb. gibi omurga bozuklukları,
  • Osteoporoz gibi dejenaratif hastalıklar, 
  • Fibromiyalji ,
  • Boyun fıtığı, 
  • Egzersiz yapmama, uzun süre hareketsizlik, sedanter yaşam, 
  • Uyku bozuklukları, 
  • Yaralanmalar (trafik kazaları vb.), 
  • Tümörler, 
  • Yansıyan ağrılar, (özellikle kalp, safra kesesi, akciğer, mide hastalıkları)
  • Sırt fıtığı. 

Sırt ağrısı genellikle kas sinir sistemi kökenli olsa da, gece uykudan uyandıracak kadar şiddetli ağrılarda, romatizma ve kalp hastalıkları, kürek kemiğine vuran ağrılarda ise kalp krizi gibi nedenler de düşünülmelidir.  

Sırt Ağrısına Eşlik Eden Belirtiler Nelerdir?  

Başlıca belirtisi ağrıdır. Ancak bazı durumlara dikkat edilmesi gerekebilir. Ağrıyla birlikte ağrıya eşlik eden gece terlemesi, kilo kaybı, ağrının seyrinde sürekli artma, ağrının bir aydan daha uzun sürmesi, ele kitle gelmesi vb. gibi belirtilerin gözlenmesi durumunda,  ilgili dal doktorlarından konsültasyon istenmelidir. 

Sırt Ağrısı Nasıl Teşhis Edilir? 

Hastanın klinik hikayesi alınmalı, fizik ve nörolojik muayenesi yapılmalıdır. Bunların yanı sıra sistemik rahatsızlıkların ayırt edilebilmesi için bazı laboratuar testleri gerekli olabilir. Asıl şikayete yönelik olarak MR, düz röntgen filmleri gibi radyolojik yöntemler kullanılmalı, gerek olan hastalarda EMG yapılmalıdır.

Sırt Ağrıaında Tedavi Nasıl Olmalıdır?

Öncelikle sırt ağrısının nedeni belirlenmelidir. Bunun için yapılan testlerle ayırıcı tanıya gidilmeli neden kesinleştikten sonra da ona uygun tedavi programları planlanmalıdır. Şayet problem omurga ve kas gruplarından kaynaklanıyorsa; 

  • Masa başı çalışanlarının risk altında olduğu unutulmamalıdır. Bilgisayar başında çalışılıyorsa ‘’ofis ergonomisi’’ denen önlemler alınmalıdır. Sırtı yüksek, bel boşluğunu dolduran sandalyeler tercih edilmeli, bilgisayar ekranı göz hizasında olmalıdır. 1.5 – 2 saatte bir oturulan yerden kalkılmalı, aktif dinlenme denilen yürüme, baş boyun hareketleri gibi fiziksel aktiviteler yapılmalı,
  • Aşırı kilolardan kurtulmalı, stresten kaçınılmalı, 
  • Spor ve egzersiz yapılmalıdır.  Fizik kapasitenizin düşük olması sırt ve karın kaslarının zayıflamasına neden olacak ,bu durum da, kişiyi sırt ve bel ağrıları için en büyük aday haline getirecektir. Egzersizler haftada 3-4 gün ve düzenli olacak şekilde uygulanmalı,
  • Bilgisayar, tablet kullanırken duruşa dikkat edilmeli, 
  • Ağır kaldırırken uyulması gereken kurallara uyulmalı, 
  • Fizik tedavi uzmanına müracaat ederek egzersiz uygulaması için yardım istenmeli,
  • Ağrılı durumlarda ağrı kesici ve kas gevşeticiler kullanılmalı, gerek görüldüğünde ise ağrılı noktalara enjeksiyon  yapılmalı,
  • İlaç tedavisinin yetersiz kaldığı durumlarda ise fizik tedavi, nöralterapi, masaj gibi yöntemlerde denenmelidir.

Hamilelikte sırt ağrısı genellikle 2. Trimesterdan itibaren başlamakta ve göbeğin büyüyerek, ağırlık merkezinin öne doğru kayması nedeniyle oluşmaktadır. İlerleyen dönemlerde hamilelerde bel ağrıları da meydana gelebilmektedir. Hamilelik döneminde özellikle duruş ve postür kurallarına uyulması koruyucu amaçlı faydalı olacaktır.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Siyatik / Siyatalji ve Tedavisi

Vücuttaki en uzun ve kalın sinir olan siyatik sinirinin tıbbi ismi Nervus Ischiadicus’tur. Bel kemiğinin alt kısmından başlayarak ayağa kadar uzanır. Belin son omurları olan L4 ve L5’den (bel omuru 4 ve 5) çıkarak belin alt kısmındaki S1, S2, S3 (kuyruk sokumu 1, 2, 3) omurlarından da sinir kökleri alarak genel yapısını oluşturur. Daha sonra leğen kemiğinin içindeki delikli bölgeden geçerek uyluğa ulaşır. Uyluğun arka kısmından seyrederek aşağıya doğru inen siyatik sinir, diz ekleminin arka tarafında dallara ayrılarak ayağa kadar ulaşır. Bu uzun yolu kat eden siyatik sinir, hem hareket hem de duyu liflerini taşır. 

Siyatik Neden Olur? 

Siyatik, sıklıkla fıtıklaşan bir disk nedeni ile oluşsa da, pek çok farklı nedenlerden dolayı meydana gelebilir. Siyatik sinir bel bölgesinde, kalça kasları arasında ve diz ekleminin arka bölümünde olmak üzere üç farklı bölgede sıkışabilir veya travmaya maruz kalabilir. Bunun sonucu olarak da belirtiler değişiklik gösterebilir. Nedenleri arasında; 

  • Hareketsizlik; 
  • Ağır kaldırmak; meslek olarak yük kaldırma zorunluluğu olanlar veya bu işi spor olarak yapanlarda siyatalji daha sık görülür. 
  • Obezite; omurgaya aşırı yükün binmesine neden olur. 
  • Diyabet; özellikle periferik sinir hasarı oluşturarak neden olabilir.
  • İleri yaş; özellikle kas, kemik ve kemik çevresindeki dokuların zayıflamasına bağlı olarak gelişebilir. 
  • Travma ve gebelik. 

Siyatik Belirtileri Nelerdir? 

Ağrı en önemli ve belirgin şikayettir. Siyatik sinirinin köken aldığı bel bölgesinden başlayan ağrı kalçaya, uyluğun arka kısmına, oradan da bacak ve ayağa kadar uzanabilir. Hareket ile artan bu ağrıya his ve güç kaybı da eşlik edebilir. 

Siyatik ağrısının şiddeti bazen kişinin hareketlerini sınırlayabilir. Vücudun üst kısmını eğmek zorlaşabilir ya da dönme hareketleri sınırlanabilir. Sıklıkla kişi dik duramaz veya bir yana doğru eğilir. Ayakların ve ayak parmaklarının alt taraflarnda da ağrı, uyuşma, karıncalanma ve iğne batmasına benzer bir his de duyulabilir. 

Siyatik Tanısı Nasıl Konur? 

Hastanın hekime anlatacağı hikaye teşhis için çok önemlidir. Çünkü bu ağrının tarifi hemen hemen tanısal değer taşımaktadır. Çoğunlukla kalçadan topuğa kadar uyuşma, ağrı ya da karıncalanma hissi varlığı siyatik tanısında önemlidir. Hekimin yapacağı fizik muayene esnasında uygulayacağı germe , gevşeme hareketleri tanıya çok yardımcı olacaktır. Yine refleksler ile birlikte, hareket ve duyu kaybı olup olmadığının kontrol edilmesi de tanı için çok değerlidir. 

Gerek duyulduğu durumlar MR, BT gibi ileri radyolojik tetkiklerle ayırıcı tanıya gidilmelidir. 

Siyatik Nasıl Tedavi Edilir? 

Kişinin yaşam kalitesini oldukça düşüren siyatiğin önlenmesi için uygulanması gereken en önemli tedavi yöntemlerinden birisi sırt ve bel kaslarının güçlü tutulmasıdır. İyi bir duruşa sahip olmak, ayrıca yanlış oturma pozisyonlarından kaçınmak, sırt, bel ve kolları otururken desteklemek siyatikten korunmak için alınacak önlemler arasında yer almaktadır. Uzun süre ayakta durmaktan, hareketsiz kalmaktan ve ağır kaldırmaktan kaçınmak da siyatik oluşumunu engelleyebilir. 

Siyatik ağrısının şiddetinde kişiden kişiye farklılıklar gözlenebilir. Ağrı tedavisi, bu durum göz önünde bulundurularak planlanmalıdır. Bazı olgularda kas gevşetici ve ağrı kesici ilaçlar yeterli olacakken, ileri vakalarda epidural steroid enjeksiyonu gibi tedavi yöntemleri kullanılmalıdır. Siyatalji tedavisinde fizik tedavi yöntemlerinin yeri çok önemlidir. Nadir de olsa bazı olgularda cerrahi yöntemler tercih nedeni olabilmektedir.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Omuz Ağrıları ve Tedavisi

Omuz Ağrısı Nedir? 

Omuz eklemini çevreleyen kapsül dediğimiz bir eklem kılıfı bulunur. Şayet kapsülde yapışıklığa neden olacak bir durum olursa, donuk omuz hastalığı ile karşılaşılır. 

Kapsülün üzerinde ligaman dediğimiz, eklemi birbirine bağlayan bağlar vardır. Bunlarda oluşan aşırı zorlama veya gevşeklik, omuz ekleminde yarı veya tam omuz çıkıklarına neden olacaktır. 

Bu bağların üzerinde ise kas kirişleri bulunur. Bu tendonlarda omuzun hareket etmesinden sorumludur. Omuzda rotator kaf denilen dört adet önemli döndürücü tendon bulunur. Bunların yırtılması da ağrılara neden olabilmektedir. 

Omzumuzda, eklemin daha rahat hareket etmesini sağlayan, subakromial denen vücudun en büyük keseciklerinden birisi (bursa) bulunur. Bunda da romatizmal iltihap oluşabilir. 

En nihayet tüm bunların üzerinde omuza şekil veren en güçlü kaslardan biri olan deltoid kası bulunur. 

Tüm bu yapıların bir veya birkaçında oluşacak zedelenme, zorlanma, yırtılma ve travma gibi nedenler, başka şikayetlerin yanı sıra omuz ağrısına da neden olacaktır.

Üst kol kemiği olan humerus, kürek kemiği olan scapula ve köprücük kemiği denen klavikula arasında oluşan bölge, omuz ekleminin yerleştiği alandır. Omuz eklemi dört yöne birden hareket edebilen ve çok hareketli olan bir eklemdir. 

Omuz ağrıları omuz ekleminden kaynaklansa da, başka bölgelerden omuza yansıyan ağrılar da olabilir. Bunun en sık görülen örneği boyun fıtığıdır. 

Omuz ağrıları yukarıda anlatılan tüm bileşenlerin bir veya birkaçında meydana gelebilecek anormal nedenlerle olabilmektedir. 

Omuz Ağrısı Nedenleri Nelerdir? 

Omuz ağrısının en sık karşılaşılan nedenleri, kendi anatomik yapısından kaynaklı olanlarıdır. Başta omuz tendonlarında sıkışma, donuk omuz, tendonlarda kalsiyum birikimiyle oluşan kalsifik tendinitler, omuz gevşekliği ya da omuz yarı çıkıkları, miyofasial ağrı denen omuz çevresindeki kasların zorlanması karşılaşılan en sık nedenler arasında sayılabilmektedir. Önemli diğer bir sebep de inmeler sonucu görülen omuz ağrısıdır.

Daha az olarak da genellikle omuz dışı nedenler sayılabilir. İltihaplı romatizmalar, akciğer üst bölge kanserleri, karaciğer, safra kesesi, dalak problemleri ile boyun fıtıkları bu grup içinde en sık görülenlerdir. 

  • Omuza alınan darbeler, travmalar 
  • Köprücük kemiği kırılması
  • Bursit, fibrozit, miyozit,tendinit 
  • Omuz kırık ve çıkıkları 
  • Sürekli yan ve yanlış pozisyonda yatmak 
  • Omurganın zedelenmeleri 
  • Ağır yük kaldırma, cam silme gibi faaliyetler
  • Omuz sıkışma sendromu 
  • Kalp damar hastalıkları, kronik akciğer hastalığı, diyabet, boyun hastalıkları gibi durumlarda da omuz ağrıları görülebilir. 
  • İnme (yarım felç)

Omuz Ağrısı Yanında Görülen Belirtileri Nelerdir? 

Şikayet genellikle ağrı olsa da omuzda hissedilen hassasiyet, ısı artışı, kızarıklık, omuz hareketlerinde azalma, omuz çıkıklarında görülen apolet bulgusu, omuzda sertlik veya kitle saptanması gibi belirtilerlerle karşımıza çıkabilirler. 

Omuz Ağrısında Teşhis Nasıl Konmalıdır? 

Hastadan alınacak hikaye ve özellikle yapılacak iyi bir omuz muayenesi ile genellikle teşhis konacaktır. Omuz ağrısının çok büyük bölümü yumuşak doku kaynaklıdır. Kireçlenmeler daha ileri yaşlarda görüldüğü için, çekilecek normal düz filmlerde görülemeyebilir. Tomogrofi nadiren gerekir. Omuzu en iyi değerlendiren yöntem MR tekniğidir. Kemik ve yumuşak dokuları son derece iyi gösterir. Sinir yaralanması düşünülen olgularda ise EMG gerekebilir. 

Omuz Ağrısı Nasıl Tedavi Edilmelidir? 

Sıklıkla kas zorlanması ve yanlış hareketler sonrası oluşan omuz ağrıları, kısa sürede kendiliğinden iyileşir. Travmaya bağlı omuz yaralanmalarında ise acil müdahale gerekebilir. 

Omuz ağrısı nedenleri çok çeşitlidir. Tümörlerden travmalara kadar geniş bir yelpazede gözlenir. Bu nedenle öncelikle ateş, gece olan omuz ağrısı, kilo kaybı, kol hareketleriyle değişmeyen ve ağrı kesicilere cevap vermeyen omuz ağrılarında öncelikle tümör ve enfeksiyonlar akla gelmeli ve mutlaka ayırt edilmelidir. Diğer nedenler de ekarte edildikten sonra asıl nedene odaklanılarak tedavi planlanmalıdır. Omuz ağrısı yapan patolojilerin çoğunda fizik tedavi uygulanmaktadır. 

Akut gelişen ağrılarda buz uygulaması son derece yararlıdır. Omuz mümkün olduğu kadar dinlendirilmeli, az kullanılmalı ve antiinflamatuar ilaçlar kullanılmalıdır. Günde 3-5 kez olmak üzere 15’er dakika uygulanacak buz tedavisi ile oldukça iyi sonuçlar alınmaktadır. 

Kolunu taşıyamayacak kadar şiddetli ağrısı olan hastalar ya da travmaya uğramış kişilerde omuz askısı kullanılmalıdır. Askı süresi mümkün olduğu kadar kısa tutulmalıdır. 

Kronik ağrılarda tedavi yaklaşımı daha farklıdır. Bu aşamada fizik tedavi yöntemleri önemli bir yer tutmaktadır. Eklem hareket açıklığını ve kas gücünü artırmaya yönelik egzersiz uygulamalarıyla birlikte ESWT’nin faydası olabilir.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Nöral Terapi Hizmeti

Nöral Terapi Nedir?

Nöralterapi bundan yaklaşık bir asır önce Huneke soyadında iki Alman doktorunun, daha önceleri uygulanan ancak unutulmaya yüz tutmuş olan bir yöntemi tekrar kullanmaya başlamaları ve bir takım tesadüfleri iyi gözlemlemeleri sonucu ortaya çıkmış bir tedavi yöntemidir.

Nöralterapi düşük doz lokal anestezik enjeksiyonu ile otonom sinir sistemimizi kullanmak üzere kurgulanmış bir tedavi yöntemidir. Sağlıklı hücrelerin elektriksel potansiyeli enfeksiyonlar, travma ve cerrahi kesi ile azalmaktadır. Şiddetli, yoğun ve sürekli uyaranlar devam ederlerse, hücreler kendilerini toparlayamazlar.Kişide anatomik ve genetik bir bozukluk, eksiklik, ve ileri bir dejenerasyon olmadığı sürece nöral terapiyle cilde uygulanacak enjeksiyon, birtakım hastalıkların oluşum süreçlerini geri çevirebilir ve tedavi edebilir. 

Nöral terapi ise OSS’ni (otonom sinir sistemi) düzenleyen, bozucu alanlardaki olumsuz uyaranları nötralize eden bir uygulama alanıdır.

Nöral Terapi Nasıl Etki Eder? 

Otonom sinir sistemi dediğimiz nörovejetatif sistem, tüm vücudu saran ve hücresel düzeyde etkileri olan sinir sistemimizin bir parçasıdır. Hastalıklarımız ve geçmeyen ağrılarımızın temelinde OSS’de oluşan biyoelektriksel hasarlar yatmaktadır. Yaşamımız boyunca geçirdiğimiz enfeksiyonlar, ameliyatlar, kazalar, fiziksel ve psikolojik travmalar vücudumuzda biyoelektriksel olarak sorunlu bölgeler oluşmasına sebep olmaktadır. Bu sorunlu bölgelere “bozucu alan” denmektedir. Bu bölgelerdeki biyoelektriksel hasarlar, yaşam boyu kalıcı olabilmektedir. Bozucu alan da denilen bu bölgelerin cilt kısmına uygulanacak enjeksiyon ile bu elektriksel iletişim bozukluğu düzeltilebilmektedir.

“Bozucu alan” hücrelerin temel biyoelektriksel yapısının bozulmasıdır. Sağlıklı bir hücrede vücudumuzdaki elektrolitlerin etkisiyle, hücre içi ve dışında bir elektriksel fark mevcuttur. Yaklaşık -40/-90 milivolt olan bu farka membran elektriksel potansiyeli denmektedir.

Hastalanan bölgeden çıkan olumsuz uyarılar tüm bedene yayılır. Bunların bazıları vücut tarafından onarılsa da bazıları onarılamamaktadır. Yaşam boyu karşılaşılan dış etkenler (enfeksiyon, travma, operasyon benzeri vücuda yapılan müdahaleler) bozucu alan yapabilme potansiyeli taşırlar. Sorunun kaynağı olan bu alanlardan (primer odak) çıkan uyaranlar, OSS’nin ileti ağını etkileyerek başka bir bölgede (sekonder hastalanan bölge) odak oluşturabilir. Günümüz tıbbı bu sekonder odağı tedavi etmeye çalışır. Bu nedenle de tedavide sorunlar yaşanmaktadır.

Geçirilmiş enfeksiyon odakları, travmalar, operasyonlar ve iyi yapılmamış tüm diş tedavilerinin bozucu alan oluşturma potansiyeli yüksektir. Özellikle baş ve boyun bölgesi bozucu alanlar açısından yoğundur.

Nöral terapide tekrarlanan lokal anestezik enjeksiyonları ile hücrenin elektriksel potansiyeli artırılmaktadır. Kullanılan kısa etkili anestezik ajan olan prokain ve lidokain yaklaşık -290 milivolt civarında bir potansiyel içermektedir.Uygulama ile hücre adeta hiperpolarize olmaktadır. Yapılan her enjeksiyon, hücrenin normal olan -40/-90 millivoltluk potansiyeline ulaşana kadar hücrede bir miktar elektriksel potansiyel bırakacaktır. Bu seviyelere ulaşınca da hastalıklı hücre, sağlıklı hücreye dönüşecektir. Böylece bozucu alandaki hücrelerin elektriksel potansiyeli, olması gereken düzeylere yükselmiş olacaktır. Hücre membran stabilizasyonu sağlanmış olup bozucu alanların OSS üzerindeki olumsuz etkileri de ortadan kaldırılmış olacaktır.

OSS, hücreler arası sıvıya kadar uzanan geniş bir ağ yapıya sahiptir. Bu sıvı matriks olarak da adlandırılır. Matriks içinde metabolik, biyokimyasal, biyofiziksel işlemler olmakta, hücreler arası ve hücre içi dışı arası madde alışverişleri gerçekleşmektedir

Nöral Terapi Nasıl Uygulanır? 

Nöral terapi bir enjeksiyon tedavisi olarak algılanabilir, ancak amaç ilaç zerk etmek değildir. Burada en önemli tedavi edici özellik, bozucu alan yaklaşımı ile hekimin hastalığın kaynağını bulmasıdır.

Nöral terapide lokal anestezik madde, enjeksiyon şeklinde uygulanır. Uygulama bölgeleri cilt altı, kas dokusu, vücuttaki ameliyat ve yara izleri, eklem içi ve ağrılı noktalar şeklindedir. Sinir içine enjeksiyon uygulanmaz.

Nöral terapide en önemli husus, iğne ile lokal anestezik maddenin uygulanacağı alanın tespitidir. Bu alan tespiti nöralterapiyi diğer standart lokal anestezik enjeksiyonu uygulamaları ve buna benzer tedavilerden ayıran en önemli özelliktir. 

Nöralterapi tedavisi seanslar halinde uygulanmakta olup iki seans arasında en az üç gün geçmesi tavsiye edilmektedir. Nöralterapide lokal anestezikler ve bunlar içinde de lidokain ve prokainin kullanılması tavsiye edilmektedir. Yüksek doz tehlikesi ve oluşabilecek yan etkilerden dolayı ilaçların azaltılmış dozlarının (%0.5 –% 1’lik gibi) kullanılması önerilmektedir. 

Nöral Terapi Hangi Hastalıklarda Uygulanır? 

Nöralterapinin esas etki alanı ortopedik ve kas sinir hastalıklarının tedavisidir. 

  • Tüm baş ağrıları, bölgesel kas iskelet sistemi ağrıları, kronik pelvik ağrı 
  • Fibromiyalji, tendinit, spor yaralanmaları 
  • Karpal tünel sendromu, kronik iltihap ve inflamasyonlar 
  • Omurga kireçlenmesi ağrıları 
  • Kronik dirsek, omuz diz bel, sırt ve boyun ağrıları, bel ve oyun fıtıkları
  • Yüz felci, nöropatik ağrılar, sinir yaralanmaları

Nöralterapi’de hastalarda ağrıya neden olan faktörler ortadan kaldırıldığı için, vücuda kendini yenilemesi ve onarması için zaman kazandırılmış olunmaktadır. Bu onarma döneminde geri dönüşler olacak, vücut fonksiyonları düzelecek ve şikayetler normale dönecektir. 

Nöralterapi Hangi Durumlarda Uygulanamaz? 

  • İkinci ve üçüncü derece atriyoventriküler bloklar, bradikardi 
  • Akut cerrahi endikasyonu olan hastalar
  • Dekompanse kalp yetersizliği 
  • Myastenia gravis 
  • Antikoagülan ilaç kullananlar 
  • Maligniteler ve sepsis 

Nöral Terapinin Yan Etkileri Var mıdır?

  1. Nöral terapi ilaçla uygulanan bir tedavi yöntemi değildir,
  2. İğnelerde bulunan kısa etkili lokal anestezik maddelerin otonom sinir sisteminde oluşturduğu uyarıdan faydalanılmaktadır.
  3. İğne cilde yapılır yapılmaz bu uyarı sinir ağında yayılır ve eskiden kalmış sinir hasarları biyoelektriksel olarak düzeltilir.
  4. Çoğu diğer iğne tedavilerinde ilaçlar dokuya verilirken nöral terapide cilde uygulanır.
  5. Nöral terapide ilaç olarak sadece procain ve lidokain maddeleri kullanılmaktadır.Burada bu ilaçlar lokal anestezik özelliğinden değil,biyoelektriksel etkilerinden dolayı tercih edilmektedir.
  6. Seksen yılı aşkın bir süredir batıda sıklıkla uygulanan bu tedavi yönteminde günümüze kadar herhangi bir yan etkiye rastlanmamıştır.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Eklem Ağrıları ve Tedavisi

EKLEM AĞRISI 

Eklem Ağrısı Nedir?

Eklemler, vücuttaki kemiklerin düzenli bir şekilde hareket etmesini sağlayan etrafı kıkırdak, bağ dokusu, tendon ve kaslarla çevrili yapılardır. Bu yapıların herhangi birinde meydana gelebilecek incinme, zorlanma ve zedelenme inflamasyon yoluyla eklem ağrılarına yol açacaktır. 

Eklem ağrıları deyince akla sıklıkla kemiklerin ağrıması gelse de, gerçekte ağrıyı yapan kemikler arası ve kemik etrafındaki yumuşak dokulardır. 

Eklem ağrısının en bilinen nedeni osteoartrit adını verdiğimiz eklem kireçlenmeleridir. Genellikle ileri yaşlarda ortaya çıkan osteoartritte eklem sıvısında azalma ve/veya kıkırdak dokusunun gücünü kaybetmesi gibi nedenler ön planda görülmektedir. 

Eklem Ağrısı Nedenleri Nelerdir? 

Eklem ağrılarının çok fazla nedeni vardır. Bunlardan belli başlıları; 

  • Fibromiyalji, 
  • Kemik erimesi (osteoporoz) ,
  • Eklemlerde inflamasyon ,
  • Bursa ve tendon iltihabı, 
  • Gut hastalığı,
  • Avasküler nekroz, 
  • Eklemlerde burkulma ve zedelenme, 
  • Kırık ve çıkıklar, 
  • Romatoid artrit, SLE (sistemik lupus erimatozis) gibi ramatolojik hastalıklar, 
  • Kemik ve eklem iltihaplanması, 
  • Nöromusküler hastalıklar, 
  • Kemik tümörleri veya metastazlar sayılabilir. 

Eklem Ağrısı Yanında Olabilecek Belirtiler Nelerdir? 

Genelde ağrının şiddeti ve karakteri kişiden kişiye değişebilir. 

  • Eklemlerde şişlik ve sertlik, 
  • Eklemin genişlemesi ve deforme olması, 
  • Hareket kısıtlılığı ve hareket bozukluğu, 
  • Hareket esnasında eklemlerden kıtırtı şeklinde ses gelmesi, 
  • Eklemin olduğu bölgede kızarıklık ve ısı artışı, 
  • Eklemde kilitlenme (hiç hareket edememe). 

gibi değişik nedenler de belirtiler arasında sayılabilir.

Eklem Ağrısı Teşhisi Nasıl Konur? 

Genellikle kişiyi hekime götüren neden, duyulan ağrıdır. Alınacak ayrıntılı öykü ve yapılacak ayrıntılı fizik muayene ile şikayetlerin asıl nedeninin saptanmasına çalışılır. Ağrılı olan bölgede hareket kısıtlılığı, şişlik, kızarıklık vb. gibi bulguların olup olmadığı gözlenmelidir. Eklem ağrılarının nedeni sadece kas ve iskelet sistemine bağlı değildir. Bazı sistemik hastalıkların yansıması olarak da eklem ağrıları görülebilir. Bu nedenle lüzum görüldüğü durumlarda ayrıntılı laboratuvar testleri (kan, idrar vs.) istenmeli, yapılacak radyolojik tetkiklerle de (MRI, tomografi gibi), tanıya ulaşmaya çalışılmalıdır. 

Eklem Ağrısında Tedavi Yöntemleri Nelerdir? 

Eklem ağrısı tedavisinde ki amaç, daha çok hastayı rahatlatarak günlük yaşantısını korumasına yönelik olmalıdır. Bu nedenle de tedavi şekli kişinin yaşam tarzına göre uyarlanmalıdır. 

Eklem ağrılarında tedavi planı, ağrıya neden olan hastalığın türüne göre değişiklik gösterecektir. Romatizmal hastalıklarda daha çok antiinflamatuar ilaçlar, fizik tedavi ve kaplıca tedavisi gibi yöntemler uygulanırken, eklem iltihabı, kırık, çıkık gibi tablolarda atel, alçı, splint gibi tedavi yaklaşımları daha ön planda düşünülecektir. 

  • Kilolu hastalarda aşırı kiloların verilmesi sağlanmalıdır. Kilo vermekle diz, kalça, bel ve ayak eklemlerine binen yük azalacaktır. 
  • İlaç tedavileri hekimin gerek gördüğü durumlarda ağızdan veya cilde uygulanacak şekilde topikal olarak uygulanmalıdır. 
  • Fizik tedavi ve rehabilitasyon olarak duruma göre yüzeysel sıcak veya soğuk uygulamalar, masaj, derin ısıtıcılar, hidroterapi, elektroterapi, TENS, traksiyon ve tedavi edici egzersizlerden oluşan programlar hazırlanmalıdır. 
  • Yararlı egzersizler, hem kilo vermeye faydalı olacak hem de eklem yüzeylerinin korunmasını sağlayacaktır.Kasları güçlendirmek için haftada 3-4 kez ağırlık egzersizleri uygulanmalıdır. 
  • Eğer bu aşamalara kadar ağrı kontrol edilememişse eklem enjeksiyonları gerekebilir. Enjeksiyon direk eklem içine yapılabilse de yılda 2-3 defadan fazla önerilmemektedir. 
  • Kaplıca tedavileri, hidroterapi uygulamaları diğer seçeneklerdendir.

Eklem Ağrısından Nasıl Korunabiliriz? 

Öncelikle duruş değişikliklerinin düzenlenmesi en önemli unsurların başında gelmektedir. 

  • Dik durmaya çalışılmalıdır.Dik duruş şekli boyun, bel, kalça ve diz eklemlerini koruyacaktır. 
  • Tezgah yüksekliği, öne eğilmenizi gerektirmeyecek şekilde ayarlanmalıdır. 
  • Alçak sandalyede oturup kalkmak diz ve kalçaya fazla yük binmesine neden olur. Bu nedenle yüksek sandalye tercih nedeni olmalıdır. 
  • Ağırlık kaldırırken, ağırlık gövdeye yakın tutulacak şekilde kavranmalı, kaldırma esnasında bel bölgesinden dönme hareketleri (rotasyon) uygulanmamalıdır. Yerden bir şey alınırken dizler bükülü pozisyonda olmalıdır.