Rehabilitasyon Hizmetlerinde 30 Yıllık Deneyim

Category: Nörolojik Rehabilitasyon

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Hemipleji – İnme (Felç) Rehabilitasyonu

 

Hemipleji (inme / felç) nedir?

Hemipleji ya da inme/felç olarak bilinen tablo; beyin dolaşımındaki değişiklikler sonucu gelişen ve vücudun bir yarısındaki fonksiyon bozuklukları ile karakterize bir sendromdur.

Hemipleji (inme / felç ) nedenleri nelerdir ?

Serebrovasküler olaylar, tümörler, damarların iltihabı, bağ dokusu ve damarsal hastalıklar gibi nedenlerle ortaya çıkabilir. Hemipleji tablolarında en sık karşılaşılan nedenler; beyin kanaması veya beynin kanlanmasının bozulmasıdır.

Hemiplejik hastalarda görülen bozukluklar nelerdir ?

Hemipleji, temel olarak vücudun tek tarafındaki fonksiyon kaybı olarak tanımlansa da ortaya çıkan klinik bulguların tümünü ifade eder. Bu klinik bulgular; konuşma bozukluğu, denge bozukluğu, omuz sorunları, görme bozuklukları, idrar ve gaita tutamama, hafıza sorunları ve duyu kaybı gibi bulgularla da birleşir. Bulgular beynin etkilenen damarları ve etkileniş biçimine göre farklı şekillerde görülür.

Hemiplejik hastalarda; algılama, motor ve duyusal fonksiyonlar, konuşma ve mental yeteneklerde bozukluklar olabilir.

Hemipleji rehabilitasyonunda neler yapılmaktadır?

Hemipleji rehabilitasyonun amacı hastayı fiziksel, sosyal ve ekonomik yönden bağımsızlığını kazandırmaya çalışmak ve fonksiyonlarını en üst düzeye ulaştırmaktır. Bu amaca yönelik olarak düzenlenen rehabilitasyon; fizik tedavi uzman hekimi, fizyoterapist ve ergoterapistten oluşan ekip tarafından uygulanır.

Serebrovasküler olay sonrası hareketlerdeki geri dönüş, olayın nedeni, şiddeti ve yeri ile yakından ilgilidir. Hastanın gelişimini etkileyen faktörler arasında; hastanın yaşı, motivasyonu, aile ve sosyo-ekonomik düzey, spesifik nörolojik bozukluklar bulunur. Bu nedenle hemipleji rehabilitasyonuna erken dönemde başlamak çok önemlidir.

Hemipleji rehabilitasyonunda;

Kişiye özel nörofizyolojik egzersiz yaklaşımlarının yanı sıra elektroterapi yöntemleri uygulanır.

Hemipleji rehabilitasyonunda teknolojiden de yararlanılmaktadır. Robotik rehabilitasyon sistemleri ile hastaya, doğru yürüme eğitimi verilirken bilgisayarlı denge sistemleri de kişinin denge ve koordinasyonunun arttırılmasında önemli rol oynar.

Hemipleji rehabilitiasyonunda ergoterapide neler yapılır ?

Ergoterapi ise, kişinin günlük yaşama adapte olmasını sağlarken aynı zamanda verilen duyu bütünleme eğitimi de kişinin fonksiyonlarını kazanmasına yardımcı olur.

Beyin lezyonu olan kişiler bilgilerin yapılaştırılması ve organize edilmesinde zorluk çeker. Hasta, yapılması gereken iş sırasında planlama, otomatik dikkat ve işin gerektirdiği aşamalara uyum gösterme açısından yeterlilik göstermeyebilir. Bu nedenle beyin lezyonu olan kişilerde duyu algı fonksiyonlarının değerlendirilmesi ve geliştirilmesi önemlidir. Bu noktada yine ergoterapi devreye girer.

Hemipleji hastaları en iyi fizik tedavi ve rehabilitasyon kliniklerinde tedavi edilerek topluma kazandırılmakta olup günlük yaşam aktivitelerinde daha fazla gelişme kaydetmektedirler. ROMMER Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nde hemipleji rehabilitasyonu; deneyimli fizyoterapistler ve ergoterapistler tarafından son teknolojik yaklaşımlarla başarı ile uygulanmaktadır.

 

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Multiple Skleroz (MS) Rehabilitasyonu

Multiple Skleroz (MS) Hastalığı Nedir? 

MS, kişinin bağışıklık sistemindeki bir bozukluk sonucu, kendi beyin ve omuriliğine karşı kendi hücrelerinin saldırısı sonucu meydana gelen otoimmun kökenli olduğu düşünülen bir hastalıktır. 

MS, enflamasyon, miyelin kılıfının harabiyeti, akson hasarı ile karakterize otoimmun bir santral sinir sistemi hastalığıdır. Kronik bir hastalık olan MS, erkeklerde kadınlara nazaran 2 kat daha fazla görülmektedir. Hastalığın bir bölümü ataklar ile seyrederken bir bölümü ise ilerleyici bir seyir göstermektedir. 

Multipl sklerozda hareket kısıtlılığı, güçsüzlük, kısmi felçler, dengesizlik, konuşma ve görme bozuklukları gibi çeşitli belirtiler görülmektedir. 

MS, santral sinir sisteminin yani beyin, omurilik ve görme ile ilişkili sinir liflerinin hastalığıdır. MS hastalığında bu bölgelerdeki beyaz cevher denen sinir lifleri etkilenmektedir. Beyaz cevher merkezi sinir sisteminin kendi içerisinde ve bu bölüm ile vücudun diğer bölümleri arasında iletişimi sağlayan liflerden oluşur. 

MS Hastalığı Neden Olur? 

Bugünkü bilgilerimize göre hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. MS gelişimiyle ilgili bazı teoriler ileri sürülse de, hiçbiri olayı tam olarak izah edememektedir. 

MS hastalığı oluşumunda genetik faktörlerin etkisi büyüktür. Ancak yapılan çalışmalarda hastalığa neden olabilecek belli bir gen bulunamamıştır. 

MS hastalığının tiroit/guatr, SLE (sistemik lupus eritamatozis), mystenia gravis, diyabet, ankilozan spondilit, inflamatuar bağırsak hastalıkları, skleroderma ve Behçet hastalığı gibi hastalıklarla ilgisinin saptanması oldukça ilginçtir. Çünkü bu hastalıkların büyük kısmından otoimmünite sorumludur. 

  • Çevresel faktörler; böcek ilaçları, ot ilaçları (herbisid), civaya maruz kalma, organik çözücüler ve daha bilemediğimiz birtakım çevresel toksinler. 
  • Etnik köken; sarı ve siyah ırkta görülme sıklığı, beyaz ırka göre daha düşüktür. Kuzey Avrupa, Amerika ve kuzey Kanada’da daha sık görülürken, ekvator bölgesinde daha seyrek görülmektedir. 
  • Virüslerin etkisi özellikle herpes grubu viruslar sorumlu tutulsa da hiçbir zaman kanıtlanamamıştır. 
  • Genetik faktörler; MS’li anne veya babanın çocuğunda da aynı hastalık görülme oranı, toplumdaki aynı yaş grubu kişilerle karşılaştırıldığında 7-10 kat daha fazladır. Ancak hastalık oluşumunda genler tek başına bir faktör değildir. 
  • Kalıtım

MS Hastalığında Belirtiler Nelerdir? 

MS hastalığı, her hastada değişebilen bulgularla, farklı şekillerde seyreden bir hastalıktır. Hastalığın zamanlaması, beyinde ve/veya omurilikte tutulan yer, bulguların şiddetinde farklılıkların olması, MS hastalığın özelliğidir.

Hastalardaki mevcut belirtiler, ataklar ve düzelmeler olacak şekilde bir seyir izleyerek devam etmektedir. Zaman içinde belirtiler şiddetlenmekte ve kötüleyerek ilerleyici bir seyir göstermektedir. Tutulan bölge ve kişinin bağışıklık cevabına göre çok farklı belirtileri olan MS’de genel olarak; 

  • Uyuşukluk, karıncalanma, iğnelenme hissi
  • Güç kaybı,
  • Kas spazmı, kas sertliği, kramp ve ağrılar (güç kaybı vücudun bir tarafındaki kol ve bacakta veya her iki bacakta birden olabilir) 
  • Çabuk yorulma ve bitkinlik
  • Görme kaybı, çift görme 
  • İdrar kaçırma, kabızlık, 
  • Yutma bozukluğu
  • Depresyon
  • Konuşma bozukluğu, depresyon, yorgunluk 
  • Cinsel fonksiyon bozuklukları, 
  • Denge kaybı, bulantı 
  • Kısa süreli hafıza kaybı olmaktadır.

MS hastasında ilk belirtiler genellikle değişik derecelerde görme kaybı ile başlamaktadır. 

MS Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir? 

MS hastalığının tanısını koymak kolay değildir. Çünkü bu hastalığa yönelik özel tanısal bir test ve yöntem yoktur. Tanı birçok hastalıkta olduğu gibi iyi bir nörolojik öykü, muayene bulguları ve tetkikler ile konacaktır. Tanıda MR, BOS incelemesi, uyarılmış sinir yanıtları kontrol edilebilir (uyarılmış yanıtlarda, sinirlerin ileti hızları ölçülmektedir). Miyelin kılıfının hasar gördüğü hücrede, sinir ileti hızı da daha yavaş olacaktır.

MS Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir? 

Günümüzde MS tedavisinde hastalık, yorgunluk ve bitkinliğe yönelik tedaviler yapılmaktadır.

Özellikle yürüme sorunları ve denge kayıpları, günlük yaşam aktivitesini kısıtlayan nedenlerdendir. Aktivitede kısıtlamalar, hareketsizliğe neden olarak obezite, diyabet, osteoporoz ve kalp damar hastalıkları gibi bazı riskli hastalıklara yakalanma olasılığını artıracaktır. Bu nedenlerle düzenli egzersiz yaşamın tüm safhalarında olduğu gibi, MS hastalığını önlemede, yaşam kalitesini arttırarak kişinin kendini iyi hissetmesinde çok önemli olacaktır. Her hasta için ayrı ayrı değerlendirme yapılarak, buna göre egzersiz programları hazırlanmalıdır. 

MS hastasında rehabilitasyon çok önemli bir rol oynar. Akut atakları takiben fonksiyonları arttırmak için egzersizler ve yürüme yardımları verilmeli, ilerlemiş ve yürüme yetisini kaybetmiş olgularda yatak içi pozisyonlamalara dikkat edilmelidir. Solunum ve gövde kontrolü, transferler ve üst ekstremite kuvvetini arttırmaya yönelik programları da içerecek detaylı programlar hazırlanmalıdır.

Rehabilitasyonda ;

  • Hastanın vücut farkındalığı geliştirilmeli, 
  • Hastanın anormal kas tonusu azaltılmalı,
  • Egzersizlere pozisyonlama ya da germe ile başlanmalı,
  • Duyusal kayıpların azaltılmasına yardım edilmeli,
  • Egzersizlerin şiddeti basitten zora doğru olmalı, 
  • Fonksiyonel beceriler, günlük yaşam aktiviteleri için bol pratik yaptırılmalı,
  • Yürüme, yürüme hazırlık egzersizleri ve yardımcı cihazlarla iyileştirilmeli,
  • Hastalara multidisipliner yaklaşılmalıdır. 

MS hastalığında uygulanan egzersizler, hastalık sonucu ortaya çıkan semptomların tedavi edilmesi ve hafifletilmesinde etkilidir. Bu amaçla 

  • Germe egzersizleri (kas gerginliklerini azaltmak, eklem hareketlerini önlemek amacıyla verilir) 
  • Postür egzersizleri (derinde yer alan kasların çalıştırılmasıdır. Bu kaslar dengeyi sağlama ve yürümede çok etkilidir)
  • Aerobik egzersizler (büyük kas gruplarını çalıştırır, kalp ve akciğer fonksiyonlarını destekler).
  • Kuvvetlendirme egzersizleri 
  • Endurans egzersizler (kasların ya da solunum sisteminin dayanıklılığını arttırmak amacıyla verilen egzersizdir) 
  • Denge,yürüme,su içi egzersizler
  • Ev egzersiz programı, her MS’li hastaya özel olacak şekilde planlanmalıdır.

Hastalarda yutma bozukluğu varsa tedavi edilmeli, hastanın dengeli beslenmesine özen gösterilmelidir.Hastada mesane bozukluğu varsa (idrar kaçırma ve yeterince boşaltamama) ilaç verilmeli, belirli aralıklarla katater yardımıyla mesane boşaltılmalıdır.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Omurilik Yaralanmaları ve Rehabilitasyonu

Omurga birbiriyle yumuşak doku, eklemler ve omurlar arası yastıkçıklar (diskler) ile bağlanan omur denen kemiklerden oluşur. Omurilik yaralanması, korunaklı bu kemik yapı içinde gerçekleşir.

Bu omurlar zinciri gövdemizin dik durmasını, eğilmesini ve yana doğru olan rotasyon (dönme) hareketlerini sağlar. Ayrıca her omurun arka kısmında bulunan halka kemik yapı hem omuriliği diş etkenlere karşı korurken ayni zamanda da bu aralıktan omuriliğin geçmesine müsaade eder. 

Omurilik, beyin ile kol gövde ve bacaklar arasında irtibatı sağlayan ve beyinden bu bölgelere emir götüren ve beyne duyuları getiren sinir dokusundan oluşur. Bunların yanı sıra tüm vücudumuzun duyu fonksiyonlarının çalışmasını temin eder. Ayrıca dışkı, cinsel fonksiyonlar (ereksiyon, ejakülasyon, vajinal kayganlık) ve idrar fonksiyonunun kontrolünden de sorumludur. 

Omurilik Yaralanması Nedir? 

Omurilik yaralanması hem hastaların kendilerini, hem de ailelerini ilgilendiren ciddi bir durumdur. Hafif bir yumuşak doku zedelenmesinden, omurga kırığı ve omurilik yaralanmalarına kadar gidebilen çeşitli şiddetlerde olabilen omurga yaralanmaları, felçlerinde en önemli nedenlerindendir. 

Travma sonucu meydana gelen omurga kırıklarının %5-10’u boyun omurlarında, %70’i sırt ve bel omurlarında meydana gelmektedir. En sik yaralanan bölge omurganın en hareketli bölgesi olan T12-L1 (son sırt ve ilk bel omuru) bölgesidir. 

Omurilik Yaralanması Nedenleri Nelerdir? 

Bir kemiğin üzerine dayanabileceğinden fazla yük bindiğinde kemik kırılır. Omurgada meydana gelen kırıklar sıklıkla omurga ön kısmında meydana gelen çökme kırıklarıdır. Şayet omurgaya binen yükün daha şiddetli olması durumunda, bu sefer omurun orta ve arka kısımları da kırılabilir. Bu tür durumlarda kirik parçaları omurilik kanalına doğru yer değiştirip omurgayı zedeleyebilirler. Bu tip kırıklara ‘’patlama kırığı” denir. Patlama kırıklarında omurilik yaralanma ve felç riski yüksek iken her patlama kırığı da felçle sonuçlanmaz. Omurgada oluşabilecek kırıklar, en sik omurilik yaralanma nedenidir. 

Bazen omurgaya binen aşırı yük çevre yumuşak dokularda yaralanmalara yol açabilir ve omurga ekleminde çıkık meydana gelebilir. Bu durumda iki omurun birbiri ile bağlantısı kopar. Bu tabloya omurga çıkığı denir. Sadece çıkık görülebildiği gibi genellikle hem kırık hem çıkığın birlikte gözlendiği kırıklı çıkık denilen omurga yaralanmaları şeklindedir. Gerek kırıklı çıkık gerekse sadece çıkık olan omurga yaralanmalarında, omurilik yaralanma riski oldukça yüksektir. 

Dünyada ve ülkemizde en sik omurga ve omurilik yaralanma nedeni trafik kazaları dır. Daha sonra sırasıyla yüksekten düşmeler, ateşli silah yaralanmaları, spor yaralanmaları, özellikle sığ havuz ya da deniz suyuna atlama gibi nedenler gelmektedir. 

Osteoporoz ve omurga tümörleri omurga yaralanmalarının travma dışında oluşan en sik nedenlerindendir. Omurga yaralanmalarının %85’i 18-50 yaş grubunda ve erkeklerde 4 kat daha fazla sıklıkla görülmektedir. 

Omurilik Yaralanması Sonrası Belirtiler Nelerdir? 

Omurilik yaralanmasında ya kemik doku ya nöral doku ya da ikisi birden yaralanmıştır. Omurga yaralanmaları sonucunda omurga kırıkları, sırt ve boyun ağrıları, uyuşma ve karıncalanma, kas spazmları, kollarda ve bacaklarda hareket kaybı gibi belirtiler ortaya çıkabilir. 

Omurga yaralanması sonucunda şayet omurgada kırıklar meydana gelirse ve omurilik hasara uğrarsa yaralanma seviyesinin altında tam bir his ve hareket kaybı meydana gelecektir. Buna komplet yaralanma denir. Omurilikteki hasar kısmı ve hafif olduğunda ise hareket ve his kayıpları daha düşük görülecek buna da inkomplet yaralanma denir. 

Omurilik yaralanması sonucunda klinik olarak temelde iki tablo gelişir. 

  • Tetrapleji (kuadripleji); dört ekstremitede fonksiyon kaybını ifade eder. Servikal medulla segmentindeki hasar sonucu oluşur. Kol, gövde, bacak ve pelvik organlarda motor ve duyusal fonksiyonların azalmasına tetraparezi, kaybolmasına ise tetrapleji denir. Tam veya kısmi olabilir. 
  • Parapleji; alt fonksiyonlardaki işlev kayıplarını ifade eder. Torasik, lomber ve daha az olarak da sakral segmentteki bir lezyon sonucu oluşur. Gövde, bacak ve pelvik organlarda duyusal bozukluk gerçekleşir. Parapleji de komplet ve ya inkomplet olabilir. 

Omurilik Yaralanmasında Nelere Dikkat Edilmelidir? 

Omurilik ve omurga yaralanmalarında ilk müdahale çok önemlidir. Hasta çok fazla hareket ettirilmemeli sağlık ekipleri gelene kadar yatması sağlanmalıdır. Hastanın yapılan ilk ayrıntılı muayenesinde akciğer, kalp, dolaşım, nörolojik sistemler gibi genel sistemik muayenelerin yanı sıra, kazaya bağlı anatomik bölümler de ayrıntılı muayene edilmelidir. 

Travmalar sonucu olan yaralanmalarda karşımıza sık çıkan omurga yaralanması hassas bir şekilde ele alınmalıdır. Çünkü omurilik gibi çok önemli sinir sistemi uzantısını korumakla görevlidir. Özellikle ilk değerlendirme sonrası bir saat içinde yapılabilecek hatalar, hastanın bundan sonraki yaşantısı için geri dönüşü olmayan sonuçlarla bitebilir. Yine geç yapılacak müdahale de tedavisi olmayan kayıp ve komplikasyonlarla sonuçlanabilir. 

Omurilik Yaralanmasında Hangi Tedavi Yöntemleri Kullanılır? 

Omurga yaralanması sonucu omurga kırığı saptanmış, ancak omurilik yaralanması yoksa, hastada korse veya alçı ile immobilizasyon denenebilir. Amaç hem sabitleme ile kırığın kaynaması için süre kazanmak hem de kırığın omuriliğe bası yapmasını ve kamburluk gelişmesini önlemek olacaktır. 

Omurilik yaralanmalarında en önemli olay yaralanmanın seviyesi ve yaralanmanın komplet ve ya inkomplet olup olmamasıdır. Yine yaralanma seviyesinin altındaki kaslarda kismi ya da tam hareket ve duyu kaybı olup olmaması da önemlidir. Omurilik hasarı oluşmuşsa; 

  • Mesane ve bağırsağa giden sinirler de omurilikten çıktıkları için omurilik yaralanmalarında dışkı ve idrar problemleri yaşanabilir. Bu nedenle mesanenin yeterli boşaltılması yapılmalı, böbreklere olan kaçak engellenmelidir. 
  • Hasta yattığı sürece yatak yaralarının önlenmesi sağlanmalıdır. Bu amaçla havalıyatak ile yirmi dört saatte bir çevirme şeklinde pozisyonlama teknikleri uygulanabilir. 
  • Yatmaya bağlı kullanmama sonucunda kas ve kemiklerde kütle kaybı gelişebilir. 
  • Eklemlerde kısıtlılık, hareket yetersizliği görülebilir. 
  • Çok şiddetli nöropatik ağrılar, spastisite denen kasılmalar için ilaçlar verilir. 
  • İnkomplet vakalarda aylar, yıllar içinde kısmi veya tam olarak hareketlenme gözlenebilen de tam komplet yaralanmalarda maalesef geri dönüş olmamaktadır. 
  • ilk 3 ay içinde bacaklardan oluşabilecek derin toplardamar pıhtılarına karşı kan sulandırıcı verilir.

Rehabilitasyon ve fizik tedavi bu tür hastalar için can alici bir tedavi yöntemidir. Rehabilitasyonda amaç komplikasyonları önlemek ve hastanın yaşamında bağımsız olmasını sağlamaktır. Bu amaçla kuvvet kaybı olan kaslarda kuvvetin yeniden kazanmaya çalışması esas amaçtır. Bu amaçla;

  • Eklem hareket açıklığı egzersizleri 
  • Germe egzersizleri 
  • Kas kuvvetlendirme egzersizleri
  • Nörofasilitasyon teknikleri gibi yaklaşımlar uygulanabilir. ilave olarak 
  • Robotik rehabilitasyon 
  • Hidroterapi, aquaterapi 
  • Fonksiyonel nöromüsküler elektriksel stimülasyon ve biofeedback gibi rehabilitasyon teknikleri uygulanmalıdır. 

Kas erimesinin önüne geçmek için yatak içi egzersizler uygulanmalı ve mümkün olan en kısa sürede hasta dikey pozisyona getirilmelidir. Eğer koşullar müsaade ederse en kısa süre içinde yardımcı cihazlar ve diş destekler ile yürütülmeye çalışılmalıdır.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Parkinson Rehabilitasyonu

Parkinson hastalığı, beyin hücrelerinde kayıp ile seyreden bir beyin hastalığıdır. 65 yaş ve üzerinde %1-2 sıklıkla görülen ilerleyici nörolojik bir hastalıktır. Hastaların yaklaşık %60’da dinlenme halinde ortaya çıkan el parmaklarında, el ya da kolda, bazen de ayaklarda titreme, %30 kadar hastada da hareketlerde yavaşlama ve uzuv hareketlerinde tutukluk ortaya çıkar.

Hastalık genellikle sinsi başlar ve belirtiler yıllar içinde son derece yavaş ama giderek artan bir şekilde ilerler. 1800’lü yıllarda hastalığa “titrek felç” adı da verilmiştir.

Parkinson Hastalığı Nedir? 

Parkinson hastalığında beyindeki substantia nigra da denilen, derin yerleşimli yapılarda yer alan çekirdeklerde , sinirler arası iletiyi sağlayan dopamin adı verilen kimyasalı üreten sinir hücrelerinin hasara uğrayarak yıllar içinde sayılarının giderek azalması sonucu ortaya çıkar.

Bu hücrelerde yaklaşık %80 azalma oluştuğunda hastalığın belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Görünüşte söz konusu hücrelerde hasara yol açan nedenler kesin olarak bilinmemekle birlikte, Parkinson hastalığında genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin rolü daha ön plana çıkmaktadır. 

Parkinson Hastalığının Belirtileri Nelerdir? 

Parkinson hastalarının büyük çoğunluğunda hasta ve ailesinin dikkatini çeken ilk belirti, heyecan ya da stresin tetiklediği gelip geçici olabilen, bir el parmağında veya elde ortaya çıkan dinlenme halindeyken gelen titremedir. Bazen hastanın yüzünde donuk bir ifade gelişebilir. Hastaların hemen tümünde belirtiler tek bir beden yarısında ortaya çıkar ve zamanla daha hafif olmak üzere karşı beden yarısında da kendini gösterebilir.

Parkinson, hareketlerin yavaşlaması, istirahat halinde ortaya çıkan kol ve bacaklarda titremeler, kaslarda katılık ve sertlik, duruş bozukluğu (öne eğilme) ile seyreden ilerleyici bir beyin hastalığıdır. Bu şikayetlerin yanı sıra diğer birçok sisteme ait ilave bulgularda görülebilir. Bazen de festinasyon denilen hızlı ama sonlandırılamayan formda bir yürüyüş ortaya çıkar. 

Bu belirtilerden en önemlisi hareketlerin yavaşlamasıdır. Bununla ilgili olarak hastanın yürümesi de etkilenir. Yürürken etkilenen tarafta kol daha az sallanmakta, küçük adımlarla daha yavaş yürüme görülmektedir. 

Aynı bulgular yüzde olduğunda, mimik hareketlerinin ve ifadelerin azaldığı donuk yüz görünümü ortaya çıkar. Titremeler özellikle hasta istirahat durumundayken en sık ellerde daha az oranlarda ise ayaklar, çene ve dudaklarda görülmektedir. Parkinson hastalığının çok önemli belirtisi olan titreme her hastada görülmeyebilir. 

Hastalık ilerledikçe vücut postüründe öne ve yanlara doğru eğilme ortaya çıkarabilir. Donma diye isimlendirilen harekete başlamada zorluk, unutkanlık, kabızlık, ürolojik belirtiler, uyku ve psikiyatrik bozukluklar ortaya çıkabilir. Uyku bozuklukları hastaların çoğunda görülür. 

Parkinson hastalığına benzer Parkinsonizm veya Parkinson sendromu adı verilen bir tablo vardır. Bunlar değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıktıkları için genellikle Parkinson tedavisinde kullanılan ilaçlara cevap alınamaz. 

Bunların bir kısmı Parkinson bulguları ile diğer sistem bulgularının birlikte olduğu Parkinson ve sendromları, ve ikincil (sekonder) parkinsonizm denen bir grup tablodur. Sekonder parkinsonizm; damar hastalıkları, enfeksiyonlar, tümörler, ilaçlar ve bazı toksik olaylara bağlı olabilir. Öncelikle bunların ayırıcı tanısı yapılmalı, tedavi planlanırken bu durumlar da göz önünde bulundurulmalıdır. 

Parkinson Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?

Hastalığın ilerleyişini tamamen durduracak tedavi yöntemi yoktur. Parkinson hastalığında öncelikli tedavi yöntemi, ilaçlarla yapılan tedavidir. İlaç ömür boyu kullanılmalıdır. Hastalığın ileri evrelerinde cerrahi ve infüzyon tedavileri ihtiyaca göre uygulanabilmektedir.

Parkinson hastalarında rehabilitasyon çok önemlidir. Bu hastalarda fiziksel egzersiz alışkanlığının kazandırılmasına dikkat edilmeli,hastalarda dik duruşu sağlayacak egzersizlere önem verilmelidir. Rehabilitasyonda diğer bir amaç ise kas iskelet ve kalp akciğer sistemlerine ait gelişebilecek komplikasyonların önlenmesine yönelik olmalıdır. Hastalarda özellikle postural duruş düşmeyi önleyeceğinden, dönerken geniş bir açıklıkla dönme öğretilmelidir. 

Parkinson hastalığının özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre uygun bir rehabilitasyon programı hazırlanmalıdır. Bunlar arasında 

  • Gevşeme egzersizleri, 
  • Eklem hareket açıklığı egzersizleri ,
  • Aerobik egzersizler,
  • Solunum egzersizleri,
  • Güçlendirme egzersizleri, 
  • Denge ve koordinasyon egzersizleri ,
  • İş ve uğraş terapisi ,
  • Dans uygulamaları, 
  • Yürüme egzersizleri,
  • Engel aşma egzersizleri,
  • Yerinde dönme egzersizleri,
  • Dik duruş egzersizleri yaptırılmalıdır.

Gevşeme egzersizleri ile sertliklerde azalma sağlandıktan sonra , rehabilitasyon programında daha iyi ilerlemeler kaydedilecektir.

Bu hastalarda fizik aktivitedeki azalmanın önüne geçmek için fiziksel egzersizlerini yapma alışkanlığının kazandırılmasına özen gösterilmelidir. Hastalarda dik duruşu sağlayacak egzersizlere önem verilmelidir.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Geriatrik Rehabilitasyon (Yaşlılarda Rehabilitasyon)

Geriatrik rehabilitasyon nedir?

Kaçınılmaz olarak yaşlanma ile birlikte vücudumuzda bazı fizyolojik değişiklikler meydana gelmektedir. Bu değişikliklerin üzerine fazladan bir rahatsızlığın ilave olması, yaşlıları diğer yaş gruplarına nazaran daha fazla kırılgan yapmaktadır. Tüm bunlar yaşlı bireyin yaşam kalitesinin bozmakta,  genel sağlık giderlerinin de ciddi miktarlarda artmasına neden olmaktadır.

Toplumun bir üyesi olan yaşlı bireyin yaşam kalitesinin korunarak, aktif bir yaşam sürmesinin sağlanması, sağlık çalışanlarının olduğu kadar, başta aile olmak üzere tüm toplumun ortak sorumluluklarından birisidir. Geriatrik rehabilitasyon yaşlılarda fiziksel yetersizlik, hastalık ve sakatlık gibi durumlarda, yaşlı kişinin işlevsel durumunu en üst düzeye çıkarmak için yapılan tüm çabaları içeren bir kavramdır. Bu amaçla gerek fizyolojik gerekse hastalık sonucu meydana gelen işlevsel kötüleşmenin önlenmesi ya da en aza indirilmesi amacıyla sunulan hizmetlerin tamamı, yaşlılarda rehabilitasyon kavramı çatısı altında incelenir.

Geriatrik rehabilitasyon neden gereklidir?

Her insan bozulan yaşam kalitesinin tekrar arzulanan seviyeye çıkmasını ister. Temel hedef, yaşlanan insanın yaşam kalitesini en etkin ve ekonomik şekilde yükseltmektir. Bu hedefe ulaşmak için geriatrik rehabilitasyon bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygulanacak bazı ucuz, basit yöntem ve tedaviler ile hem hastanın yaşam kalitesi yükseltilecek hem de toplumsal ekonomik yükte azalmalar gerçekleşecektir.

Geriatrik rehabilitasyon nasıl uygulanır?

Geriatrik rehabilitasyonda unutulmaması gereken ilke, her hastanın kendine özel ihtiyaçlarının olduğudur. Bu nedenle rehabilitasyon programının da kişiye özel olması, başarı şansını daha da arttıracaktır. 

Her şeyden önce hastanın fonksiyonel değerlendirilmesi yapılmalı ve işlevsel düzeyi belirlenmelidir. Ardından kişinin bilişsel, kültürel, sosyal, ailevi, ekonomik ve fizyolojik durumları göz önüne alınarak eldeki mevcut olanaklar dahilinde, ulaşılması arzu edilen hedefler belirlenmelidir. Planlanan hedefler ve rehabilitasyon süreci hasta yakınları ile paylaşılmalı yanlış beklentiler içine girilmemelidir.

Geriatrik rehabilitasyona ne zaman başlanmalıdır?

Nerede, ne süreyle, ne zaman gibi soruların kesin bir cevabı tam olarak bulunmamakla birlikte, gelişmiş ülkelerde yıllardır araştırmalar sürmektedir. Rehabilitasyon programları denenerek en iyisine ulaşılmaya çalışılsa da,  günümüzde rehabilitasyon metod ve hedeflerinin seçimi için hala en önemli kriterlerin başında hekimlerin uygulama pratikleri ve tecrübeleri gelmektedir.

Doğru hasta seçimi , kaynakların verimli kullanılması ve daha fazla sayıda hastanın verilen hizmetlerden faydalanması amaçlanmalıdır. Belirli standartlar oluşturulmalı,bunun için de iyi bir geriatrik değerlendirme yapılmalıdır. Bu değerlendirmelerde fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları merkezde yer almalıdır. Genel ilkeler olarak; 

  • Rehabilitasyon programına erken başlanılmalı,
  • Multidisipliner olunmalı, yani çeşitli branş profesyonelleri ortaklaşa çalışmalı, 
  • Rehabilitasyon programının hızı yavaş tempoda başlamalı, basit olmalı,
  • Hastanın rehabilitasyon programına aktif katılımı sağlanmaya çalışılmalı,
  • Yardıma ve güvene dayalı hasta – ekip ilişkisi olmalı,
  • Hastada mümkün olan en fazla mental ve fiziksel devamlılık hedeflenmelidir.

Geriatrik rehabilitasyon nerede uygulanmalıdır?

Başlıca hastaneler, rehabilitasyon merkezleri, özelleşmiş bakım evleri, huzur evleri, klinikler ve ev ortamında uygulanabilir. 

  • Hastaneler; genellikle hastaların tanısal testlerinin ve değerlendirilmelerinin yapıldığı, bunun yanı sıra kısa süreli tedavileri de içeren, taburculuk sonrası hastanın gelecek planlamasının yapıldığı ana karargahtır. Burada  daha sonrası için hastanın hangi ortamlarda rehabilitasyon ihtiyaçlarının karşılanabileceği kararlaştırılır.
  • Rehabilitasyon merkezleri; genellikle tüm sağlık çalışanlarını barındıran, hasta için özelleşmiş rehabilitasyon programlarının uygulanıldığı yerlerdir. Çoğunlukla diğer birimlerden daha yoğun rehabilitasyon hizmeti verirler.
  • Özelleşmiş bakım evleri; özel bakıma ihtiyaç duyan yaşlıların bakım ve korunmalarını sağlayan yatılı kurumlardır. Çok farklı özellikler içerebilirler.
  • Huzurevleri; daha çok yaşlılara huzurlu bir ortam yaratarak korumak, bakmak, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hizmet veren yerlerdir. Yarı veya tam zamanlı olabilir.
  • Hastane poliklinik hizmetleri; Rommer Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Tıp Merkezi gibi ayaktan tedavi edilen rehabilitasyon merkezleridir. Hastanın her türlü rehabilitasyon ve egzersiz programları planlanır ve gerçekleştirilir. Hasta açısından oldukça konforlu bir ortamdır. 
  • Evde uygulanan rehabilitasyon; daha çok terapist , hemşire gibi yardımcı sağlık personelinin eşlik ettiği bazı programları içerir. 

Geriatrik rehabilitasyonda neler yapılmalıdır?

Yaşlılarda uygulanan fiziksel aktivitelerde fonksiyonel kapasiteyi artırmak ana hedef olmalıdır. Bu kapasitenin artması  ise yaşam kalitesini yükseltecektir. Egzersizlerdeki  amacımız  bütün kas gruplarının aktiviteye dahil edilmesi, kısa egzersiz sürelerini izleyen uygun istirahat dönemlerinin olması ve çok tekrar içeren basit egzersizler şeklinde olmasıdır. Yaşlılarda uygulanan egzersizin amaçları;

  • Yaşlı bireyi diğer insanlarla bütünleştirmek, sosyalleştirmek için ortam oluşturmak,
  • Yaşlının kondisyonunu geliştirip, fiziksel kapasitesini artırmak,
  • Günlük aktivitelerini uygulayabilmek için gerekli olan kas kuvvetini sağlamak,
  • Yaşlılarda dengenin sağlanarak, düşmelerin önüne geçmek şeklinde sıralanabilir.

Yaşlılarda yapılan egzersizlerin faydaları oldukça çarpıcı şekilde olumlu olmaktadır. 

  • Ani tepki verme süresi kısalmakta,
  • Kemik kitlesinin ağırlaşması sağlanarak, osteoporoz gelişimi azalmakta, 
  • Denge ve postürün düzelmesi sağlanmakta,
  • Kas kütlesinin gelişmesi ile birlikte, kırık oluşma riskini azaltmakta,
  • Eklem flexibilitesini  (esnekliğini) , kas gücünü ve kas direncini artırmakta,
  • Obezite, diyabet, hipertansiyon ve hiperlipidemi gibi hastalıklar üzerinde olumlu etkileri bulunmaktadır. 

Yaşlılarda gerçekleştirilen rehabilitasyon uygulamaları gerçekçi olmalı, planlı bir şekilde tekrarlanmalı ve gerektiğinde değiştirilmelidir. Mevcut işlevler korunarak, ömrün kalan kısmında yaşam kalitesi artırılarak kişinin bağımsız ve sosyal olmasına yardım edilmelidir. Rehabilitasyon programı kişinin iyileşme sürecini pozitif etkileyecek şekilde her yaşlıya özel olmalıdır. 

Geriatrik rehabilitasyonda gelecek ve beklentiler

Farklı grupları bir arada bulunduran geriatrik rehabilitasyon ekibinde,  genellikle çoğu kez fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı liderliğinde olmak üzere hekim/ hekimler, fizyoterapist, ergoterapist, konuşma terapisti, psikolog, hemşire, beslenme uzmanı, ortez-protez uzmanı gibi dalında uzmanlaşmış kişiler bulunur. 

Geriatrik rehabilitasyon sürecinde koruyucu hekimlik her zaman ön planda olmalıdır. Yaşlının ihtiyaçları henüz muhtaç ve hasta konumuna gelmeden belirlenmeli ve gereken tedbirler alınmalıdır. Sorumluluk sadece sağlık personeline bırakılmamalı,  hastalık- düşkünlük oluşmadan önce bu görev aile bireylerinde olmalıdır. 

Aile üyeleri ekibin tabii üyesidir. Bu nedenle aile bireyleri bilgilendirilmeli ve sorumluluk alma yönünde teşvik edilmelidir. Aile bireyleri üzerine fiziksel, ruhsal aşırı yük verilmesinden kaçınılmalı, kendilerine empati gösterilmeli, aile üyelerinde gelişebilecek depresyon vb. gibi psişik problemlere karşı uyanık olunmalıdır. 

Önlemlerin yetersiz kalması ve / veya geriatrik tabloya ilave bir hastalığın eklenmesi durumunda profesyonel sağlık çalışanlarının devreye girmesi önem kazanacaktır.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Yüz Felci ve Tedavisi

Yüzümüzdeki mimik kaslarının hareket etmesini sağlayan fasial sinir, beyin sapından çıktıktan sonra temporal (kulak) kemiğinin içerisinde seyreder ve kulağın arkasındaki ufak bir delikten çıkarak yüzün sağına ve soluna gidecek şekilde yüzümüze dağılır. Alın, kaş, göz kapağı, burun ve dudak hareketlerini sağlayan fasial sinirin tükürük bezi, gözyaşı bezi ve dilin ön bölümüne giden dalları da mevcuttur. 

Fasial sinirin yüze ulaşan dalları gülmemize, ağlamamıza, gülümsememize veya kaşlarımızı çatmamıza imkan sağlayarak, adeta yüz ifade siniri olarak görev görür. Bu sinir veya dallarında meydana gelebilecek herhangi bir lezyon, yüz kaslarında güçsüzlük oluşturarak değişik derecelerde yüz felcine neden olacaktır.

Yüz Felci (Fasial Paralizi) Nedir? 

Yüz felci genellikle tek taraflı olarak görülen, yüzün hareket ve his duyusunu kontrol eden fasial sinirin, herhangi bir nedenden dolayı fonksiyonunu yitirmesi sonucu gelişen klinik tablodur. Fasial paralizi de denilen yüz felci, merkezi veya periferik (çevresel) olmak üzere iki farklı şekilde karşımıza çıkabilir. Merkezi fasial paralizide, yüz kaslarına giden sinir hücrelerinin beyin kısmında hasar söz konusu iken, periferik yüz felcinde yüzdeki kasların ana sinirinde hasar mevcuttur. 

Yüz Felci Neden Olur? 

Yüz felci kafa travması, beyin damarlarında tıkanıklık gibi merkezi sinir sistemi kökenli bir nedenden kaynaklanabileceği gibi, baş boyun tümörlerinde olduğu gibi yüz sinirinde meydana gelebilecek zedelenmeler sonucunda periferik olarak da oluşabilir. En sık görülen yüz felci nedenleri; 

  • Bell paralizisi; yüz felcinin en sık görülen ve nedeni bilinmeyen formudur. Ani gelişir ve yüzün tek tarafındaki kasları etkiler. Herhangi bir nedeni bulunamaz. 
  • İnme, yüz felcinin diğer ciddi bir nedenidir. Merkezi sinir sistemi kaynaklıdır ve yüz sinirinde doğrudan bir hasar saptanamaz. 

Bunlar dışında 

  • Beyin hasarı, beyin kanamaları ve beyin tümörleri gibi merkezi sinir sistemine bağlı nedenler, 
  • Beyin ve omuriliği etkileyen MS (Multipl skleroz), guilain barre sendromu gibi rahatsızlıklar sonrası, 
  • Doğum travmalarına bağlı konjental paraliziler, 
  • Orta kulak enfeksiyonları, kulak kemiği kırıkları, 
  • Yüze alınan kesici ve künt darbeler gibi, pek çok nedenle oluşabilmektedir. 

Yüz Felcinin Belirtileri Nelerdir? 

Yüz felcinin çok farklı belirtileri vardır. Etkilenen tarafta ağız, göz ve alın hareketlerinde kontrol kaybı ortaya çıkar. Bununla birlikte azalmış gözyaşı, yüz kaslarında seyirme, dilde farklı bir tat duygusu, konuşma bozukluğu, aşırı salya ve gözyaşı üretimi gibi farklı şikayetler de oluşabilir. 

Yüz Felcinde Teşhis Nasıl Konur? 

Hekimin yapacağı muayene ve hastanın klinik bulguları genellikle tanı koydurucudur. Bundan sonra nedene yönelik bir takım araştırmalar yapılmalıdır. İşitme testi, denge testi, gözyaşı testi, radyolojik görüntüleme yöntemleri (BT, MR gibi) ve EMG ayırıcı tanı için uygulanmalıdır. 

Yüz Felcinde Tedavi Nasıl Olmalıdır? 

Bell paralizisinde kortikosteroid grubu ilaçların tedaviye olumlu katkıları olmaktadır. Kuru göz sebebiyle oluşabilecek kornea hasarı, mutlaka kapatma veya suni gözyaşı tedavisiyle önlenmelidir. Bunların dışında genel tedavi prensipleri uygulanmalıdır.

Kalıcı yüz felci olan hastalarda mutlak suretle fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulaması gerekmektedir. Bu hastalarda tedavi sürecini hızlandırmak amacıyla, yüz kasları egzersizleriyle birlikte masaj önerilmektedir. Hastalarda uygulanacak olan fizik tedavi ve rehabilitasyonun, hastalığın iyileşme sürecine olan katkısı oldukça pozitif bulunmaktadır.

Rommer’de yüz felci rehabilitasyonu konusunda özel eğitim alarak uzmanlaşmış deneyimli personelimiz bulunmaktadır. 

Termal tedavi; (sıcak su torbası, enfraruj) yüzeyel sıcak uygulaması bölgesel kan akımını arttırarak etkili olabilmektedir. 

  • Günde 3-5 kez ayna karşısında yüz egzersizleri yapılmalı, ayrıca masaj uygulanmalıdır,
  • EMG, biofeedback, elektrik stimülasyonu, elektroterapi uygulanabilir,
  • Cerrahi tedavi yöntemleri nedene göre tercih edilebilir. 

Yüz felci hastalarında genellikle tedavi olmadan, %80 gibi yüksek oranlarda kendiliğinden (2-3 hafta içinde) iyileşme olmaktadır. %10 hastada ise kalıcı yüz felci meydana gelmektedir.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Düşük Ayak Sendromu ve Tedavisi

Ayak bileğine dorsofleksion hareketini (ayak bileğinin yukarı kaldırılması) yaptıran kası uyaran sinir, peroneal sinirdir. Bu sinirde veya bu sinirin uyardığı kaslarda meydana gelebilecek herhangi bir hasar, bu kasların fonksiyon yapamamasına neden olacaktır. Bunun sonucu olarak da ayak, bilekten yukarıya doğru hareket ettirilemeyecek ve bir nevi kısmi felç meydana gelecektir. 

Düşük Ayak Nedir? 

Düşük ayak sendromu, kas veya sinir hasarına bağlı olarak ayakta dorsofleksion (ayağı yukarı kaldırma) ve eversion (dışa doğru oynatma) yetisinin kaybı ile sonuçlanan bir tablodur. Düşük ayağı olan kişi, yürürken ayağını kaldıramadığı için ayağını yerde sürümek zorunda kalır. Buna stepaj yürüyüşü denir. 

Düşük Ayak Nedenleri Nelerdir? 

Düşük ayak sendromu, peroneal sinirin uyarı verdiği kasların, fonksiyon görememesi sonucu gelişen bir tablodur. Sinir veya kas kökenli bir nedenden dolayı olabilir. Dolayısıyla düşük ayağa santral sinir sistemi ve spinal kord kökenli nedenler, peroneal sinirin direk hasarı veya kas iskelet sistemi bozuklukları sonucunda meydana gelebilen bozukluklar neden olabilir.

Merkezi sinir sistemi (beyin ve spinal kord hasarı), daha üst seviyelerde meydana gelebilen bazı patolojilerin peroneal sinire yansımasıyla meydana gelen olayları kapsar. MS (Multipl Skleroz), SP (Serebral Palsi) ve inme gibi hastalık gruplarında daha sık izlenir. Yine genetik bir hastalık olan ve ilerleyici kas ve sinir hasarına neden olan Charcot Marie Tooth hastalığında da düşük ayak sık görülür. 

Merkezi sinir sisteminden sonra en sık görülen düşük ayak nedeni, lomber disk hernisi de denilen bel fıtığıdır. Özellikle L4 – L5 (4’üncü ve 5’inci bel omurları)  arasında oluşan fıtıklaşmalarda siyatik sinir etkilenecektir. Bu durumda direkt peroneal sinir de etkilenmiş olacaktır. Çünkü siyatik sinir, peroneal sinir dalını hemen diz ekleminin arka kısmında verir. Bunun sonucu olarak da tedavi edilmeyen bel fıtığı hastalarında düşük ayak görülebilir. 

Düşük ayağın ani ağrı ile birlikte olması halk dilinde ‘’patlamış fıtık’’ olarak adlandırılan bir hadisedir. Tabloya idrar kaçırma, bacaklarda hissedilir güçsüzlük de eşlik ederse hemen akla kauda ekina sendromu gelmelidir. Bu sendromun en önemli özelliği ilk 24 – 48 saat içinde yapılan cerrahi müdahaleler sonucunda tamamen iyileşebilmesidir. 

  • Peroneal sinirin direk hasarı; genellikle dizin hemen altında bulunan fibula kemiğinin baş kısmı veya gövdesinde meydana gelen kırıkların, peroneal sinire bası yapması sonucu ortaya çıkar. Önemli düşük ayak nedenlerindendir. Yine diz eklemine alınan darbeler,  travmalar, kesiler ile sinir hasarının oluşması sonucunda da düşük ayak gelişebilir. 
  • Kas ve iskelet sistemi hastalıklarından musküler distrofiler, ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) gibi uzun süreli ve yavaş ilerleyen, sinirlerde demiyelizasyon ve kaslarda ilerleyici zayıflık ile seyreden hastalıklarda da düşük ayak görülebilir. 

Bunların dışında metabolik bir hastalık olan diyabetes mellitusta da periferik sinirlerde meydana gelen sinir hasarına bağlı olarak ağrısız düşük ayak gelişebilir. Dikkatli ve uyanık olunmalıdır. Yine sessiz beyin veya omurilik tümörlerinde de ağrısız düşük ayak gelişebilmektedir.

Pratik yaşamda gözlenen en önemli düşük ayak nedenlerinden birisi de siyatik sinirinin kalça ve uyluk bölgesinde olan yaralanmalarıdır. Özellikle kalçaya yapılan enjeksiyon hataları( siyatik sinirin izlediği yoldaki anatomik varyasyonlar nedeni ile de olabilir), kalçaya alınan künt ve kesici travmalar, nedenler arasında sayılabilir. 

Düşük Ayak Nasıl Teşhis Edilir? 

Hastalar her iki topuğunu da kullanarak yürüyemez. Düşük ayak gelişen bölgedeki ayak, yürümeye tam eşlik edemez. Hastalardan iyi bir hikaye alınmalı, ayrıntılı nörolojik muayene yapılmalıdır. Tanı konduktan sonra ise nedenlerine yönelik ayrıntılı testler uygulanmalıdır. 

Kırık şüphesi için düz filmler alınmalı, bel fıtığı, omurilik ve beyin odaklı düşünülen hastalıklarda ise MR, tomografi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılmalıdır. Kas iskelet sisteminden şüphelenildiğinde ise EMG (elektromiyelografi) gibi farklı tanı yöntemleri kullanılarak ayırıcı tanıya gidilmelidir. 

Diyabet gibi periferik sinir hasarına neden olabilecek hastalıklar ve vitamin eksikliği gibi durumlar için ise ayrıntılı kan ve idrar testleri istenmelidir. 

Düşük Ayağın Hastalık Dışındaki Nedenleri Nelerdir?  

Peroneal sinir, dizin hemen arka ve dış yan kısmında bulunur. Cilde yaklaşık 3-4 cm kadar yakın bir mesafede seyrederek aşağıya doğru ilerler. Oldukça yüzeyel seyretmesi nedeniyle dış etkenlerden de çok çabuk etkilenebilir. 

  • Uzun süre bacak bacak üstüne atılması. 
  • Uzun süre çömelmeyi gerektiren faaliyetlerde bulunulması; tarlada çalışmak / mahsül toplamak, yerde karo döşeme gibi mesleklerle uğraşmak, yer sofrasında yemek yemek,vb. gibi faaliyetler. 
  • Alçı ve bandaj; özellikle kemik kırıkları ve tendon hasarlarında uygulanan yöntemlerden birisi olan bandaj ve alçı uygulaması peroneal siniri sıkıştırarak düşük ayağa neden olabilir.

Düşük Ayak Nasıl Tedavi Edilebilir?  

Tedavi nedene göre planlanmalıdır. Özellikle bel fıtığı ve kauda ekina sendromuna bağlı olarak ani gelişen düşük ayak olgularında ilk 24 – 48 saat kritik önemdedir. Özellikle şiddetli ağrıya ani idrar kaçırma ve ayakta kuvvet kaybı da eşlik ederse ilk olarak bu sendrom akla gelmeli ve acil cerrahi konsültasyon istenmelidir. 

Yavaş gelişen düşük ayak sendromunda ise olay artık  genellikle  irreversibl duruma gelmiştir. Zamanında nedene yönelik uygun tedavi yapılmadığı durumlarda, olay bu aşamalara kadar gelebilmektedir.

Hastalarda uygulanacak tedavi yöntemleri;

  • Atel ve splintler olayı geri döndüremese de, ayak bileğini normal pozisyonda tutarak yürümeyi kolaylaştığı için sık tercih edilmektedir. En önemlisi diğer eklemlerde sekonder olarak gelişebilecek hasarları önlemesidir. Atel tedavisinde en sık AFO (Ankle Foot Orthosis) denen ayak / ayak bileği ortezi kullanılır. AFO genellikle poliüretan veya yüksek yoğunluklu karbon fiberden yapılmaktadır. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte ortez cihazlarında da güncellemeler olmaktadır. 
  • Fiziksel terapi; ayağa dorsifleksion yaptıran kaslara uygulanacak fiziksel terapi egzersizleri ile çalışmayan kaslar kuvvetlendirilir. 
  • Sinir terapisi; fonksiyonel elektrik stimülasyonu uygulaması ile peroneal sinirin geçtiği hat boyunca sürekli elektriksel uyarı uygulanır. Tedavide yaygın kullanılan ve fayda sağlanan yöntemlerden biridir. 
  • Cerrahi tedavi.

18 May 2020 by rommer 0 Comments

Yürüme ve Denge Bozukluğu Rehabilitasyonu

Yürüme ve denge sinir sisteminin belli bölgelerinin birlikte ve senkronize şekilde çalışmasıyla gerçekleşen bir fonksiyondur. Günlük hayatta en sık kullandığımız işlevlerden birisidir ve birçok sistemin birbiriyle dengeli biçimde çalışmasıyla oluşur. Bu yüzden yürüme ve denge bireylerin bağımsızlığını, fonksiyonelliğini etkileyen bir durumdur.

Yürüme ve denge bozuklukları ise birçok nedene bağlı olarak oluşabilir. Bunlar; doğumsal bazı hastalıklar, geçirilen nörolojik bir hastalık, bazı sinir sistemi hastalıkları, kas hastalıkları, Parkinson, Multiple Skleroz (MS), kalça ve diz protez ameliyatları, alt ekstremite kırıkları, ayaktaki sinir hasarı, tendon problemleri, inme ve ilerleyen yaş örnek olarak gösterilebilecek nedenlerden bazılarıdır.

Yürüme ve denge bozukluğuna sahip bireyler, ilerleyen zamanda birçok problem ile karşılaşabilirler. Düşme bu konuda en sık karşılaşılan problemlerin başında gelir. Yürüme ve denge bozukluğu olan kişilerde fizik tedavi ve rehabilitasyonun amacı düşme korkusunun ortadan kaldırılması ve düşme riskinin en aza indirilmesidir.

Yürüme ve denge bireylerin günlük yaşamını doğrudan etkilediği için tedavisi de ihmal edilmemesi gereken bir problemdir. Denge ve yürüme problemi olan bireyin tedavisinin amacı; kaybolmuş veya hasara uğramış fonksiyonların tekrar kazandırılarak kişinin bağımsız ve güzel dengeye sahip olarak yaşamını sürdürmesinin sağlamaktır.

Günlük yaşam aktivitelerimizde ve çevremizle olan ilişkilerimizde vücudumuzu etkili bir biçimde kullanmamız için beynimiz çevreden gelen duyuları organize eder. Denge bozukluğu olan kişilerde bu organizasyon tam olarak yapılamaz ve bu da kişinin denge koordinasyonunu yakından etkiler. İşte bu sırada devreye Duyu Bütünleme Terapisi girer. Bu terapinin amacı duyuları doğru algılamayı ve algılanan bu duyunun merkezi sinir sistemine doğru biçimde iletilerek uygun motor cevabın ortaya çıkmasını sağlamaktır.

Yürüme ve denge bozukluğu olan kişilere doğru yürümeyi öğretmek ve denge koordinasyonunun arttırılmasını sağlamak amacıyla Fizik Tedavi ve Rehabilitasyonun yanı sıra Robotik Rehabilitasyon ve Bilgisayarlı Denge Sistemlerinden de faydalanılmakta ve bu uygulamalar tedavinin başarı oranını arttırmaktadır.